Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
- I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
O kolaylıkla yarışı kazandı.
- He won the race with ease.
Ben problemi kolaylıkla çözmene şaşırdım.
- I'm amazed by the ease with which you solve the problem.
İşi kolaylıkla yaptı.
- She did the job with ease.
O kolaylıkla yarışı kazandı.
- He won the race with ease.
Tom'un acısını dindirmek istiyorum.
- I'd like to ease Tom's pain.
Sadece ağrıyı dindirmek için bana bir şey ver.
- Just give me something to ease the pain.
Onunla birlikte huzursuz hissediyorum.
- I feel ill at ease with her.
Yeni ortamlarda huzursuz hissettim.
- He felt ill at ease in the new surroundings.