Onun nerede yaşadığını öğrenmek için onu eve kadar izledi.
- She followed him home to find out where he lived.
Hâlâ Tom hakkında öğrenmek zorundayım.
- I still have to find out about Tom.
Tom anglophobia'nın anlamını bilmiyordu, bu yüzden onun ne demek olduğunu bulabilmek için hızlı bir web araştırması yaptı.
- Tom didn't know the meaning of anglophobia, so he did a quick web search to see if he could find out what it meant.
Tom on üç yaşına kadar evlat edinildiğini anlamadı.
- Tom didn't find out he had been adopted until he was thirteen.
I don't know who was the twenty-first president of the United States, but it should be very easy to find out.