Bu, elinin biri arkanda bağlıyken biriyle dövüşmek gibidir.
- This is like fighting someone with one arm tied behind your back.
Gerçekten hiç dövüşmek istemiyordu.
- He did not really want to fight at all.
Ben kavga etmekten hoşlanmam.
- I don't enjoy fighting.
Kavga etmek benim tarzım değildir.
- Fighting isn't my style.
Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
- A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
Theodore Roosevelt ile savaşmak istemem.
- I do not want to fight Theodore Roosevelt.
Keşke onlar dövüşmeyi bıraksalar.
- I wish they would stop fighting.
Senin ve benim dövüşmemiz gerektiği doğru mu?
- Is it right that you and I should fight?
Ben sonuna kadar mücadeleye niyet ediyorum.
- I intend on fighting till the end.
George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
- George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
Sonuna kadar mücadele edelim.
- Let's fight to the last.
Ben sonuna kadar mücadeleye niyet ediyorum.
- I intend on fighting till the end.
Kavga, birçok tutuklamalarla sonuçlandı.
- The fight resulted in several arrests.
Tom'u kışkırtan kavgaları durdurmalısın.
- You need to stop provoking fights with Tom.
Sizinle döğüşmekten usandım.
- I'm tired of fighting with you.
Döğüşmekten başka seçeneğimiz yoktu.
- We had no alternative but to fight.
Tom ve Mary her zaman döğüşüyor gibi görünüyorlar.
- Tom and Mary seem to be fighting all the time.
Mark Twain tarafından söylenmiş sevdiğim sözlerden biri Döğüşte köpeğin büyüklüğü önemli değil, köpekteki döğüşün büyüklüğü önemlidir.
- One of my favorite quotes by Mark Twain is, It's not the size of the dog in the fight, it's the size of the fight in the dog.
Ben kendi savaşımı veriyorum.
- I fight my own battles.
Amerikan Donanması savaşmaya hazırdı.
- The American Navy was ready to fight.
Malzemeler olmadan, onun ordusu çok uzun savaşamadı.
- Without supplies, his army could not fight very long.
Hâlâ mücadele etmek istiyorum.
- I still want to fight.
Hastalıklarla mücadele etmek için doktorlar ilaçlar öneriyor.
- Doctors suggest drugs to fight diseases.
Kavga ettiği için okuldan kovuldu.
- He was expelled from school for fighting.
Aslında Tom ve John'u hiç kavga ederken görmedim.
- I never actually saw Tom and John fighting.
Bu diğer kadına karşı savaşmak zorundasın.
- You have to fight against this other woman.
Herkes AIDS'e karşı savaşmak için birleşmelidir.
- Everybody must unite to fight against AIDS.
Bu diğer kadına karşı savaşmak zorundasın.
- You have to fight against this other woman.
Herkes AIDS'e karşı savaşmak için birleşmelidir.
- Everybody must unite to fight against AIDS.
Karşı koymak için tereddüt etmeyeceğiz.
- We won't hesitate to fight back.
Karşı koymak zorundasın.
- You've got to fight back.
O hayatının çoğunu düşmanlarıyla savaşarak harcamış cesur bir savaşçıydı.
- He was a brave warrior who had spent most of his life fighting his enemies.
Askerler kahramanca savaştılar fakat sonunda teslim olmak zorunda kaldılar.
- The soldiers fought valiantly, but finally they had to give in.
Birlik askerleri şiddetle savaştı.
- The Union soldiers fought fiercely.
Keşke onlar dövüşmeyi bıraksalar.
- I wish they would stop fighting.
Tom dövüşmüyor, değil mi?
- Tom isn't fighting, is he?
George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
- George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
Japon ve Amerikan güçleri hâlâ acımasızca mücadele ediyorlardı.
- Japanese and American forces were still fighting bitterly.
I dont have a dog in this fight.
Sokaklarda savaş vardı.
- There was fighting in the streets.
Savaş bir hafta sürdü.
- The fighting lasted one week.
O hayatının çoğunu düşmanlarıyla savaşarak harcamış cesur bir savaşçıydı.
- He was a brave warrior who had spent most of his life fighting his enemies.
Japonyanın savaş sırasında açlığa karşı sürekli bir mücadele verdiğini söyleyebiliriz.
- We can say that Japan was fighting a constant battle against hunger during the war.
Japon ve Amerikan güçleri hâlâ acımasızca mücadele ediyorlardı.
- Japanese and American forces were still fighting bitterly.
The bus was oppressively warm and the air-conditioning was fighting a losing battle with the heat.
I spent all of Monday fighting fires and didn't get a single thing done on my project.
The actor John Smith hopes to fight off the other nominees for the Golden Globe award.
I'm fighting off the 'flu' at the moment.
I kept buying hoping the price would go up, but I eventually decided I was fighting the tape.
The villagers fought tooth and nail to prevent the motorway being built through the local woodlands.
I see they're going to build the airport after all. I suppose you can't fight city hall.
... I've kept that promise and if you'll vote for me, then I promise I'll fight just as ...
... you're going to see the cost of energy come down. I will fight to create more energy in ...