etmek

listen to the pronunciation of etmek
Türkçe - İngilizce
practise
do
practice
pay

He had gone there to help garbage workers strike peacefully for better pay and working conditions. - Daha iyi maaş ve daha iyi çalışma koşulları için temizlik emekçileri grevine barış içinde yardım etmek için oraya gitmişti.

I told you you had to pay attention to your legs and feet. - Size söyledim, bacaklarınıza ve ayaklarınıza dikkat etmek zorundaydınız.

auxiliary verb
demur
atone for
be worth
pronounce

Some German words are extremely difficult to pronounce for an English speaker, for example: Streichholzschächtelchen. - Bazı Almanca sözcükleri telaffuz etmek, İngilizce konuşan biri için son derece zordur örn. Streichholzschächtelchen

Tom's last name isn't easy to pronounce. - Tom'un soyadını telaffuz etmek kolay değildir.

amount to
reside
discommode
assume

I assume Tom is here to help. - Sanırım Tom yardım etmek için burada.

worth

The U.S. exports billions of dollars' worth of passenger airplanes. - Amerika Birleşik Devletleri milyarlarca dolar değerinde yolcu uçakları ihraç etmektedir.

It is worthwhile visiting the museum. - Müzeyi ziyaret etmek faydalıdır.

to reach (a time)
cost

How much will it cost to fix the car? - Arabayı tamir etmek kaça mal olacak?

It'll cost about 2,000 yen to fix it. - Onu tamir etmek yaklaşık 2,000 yene mal olacaktır.

render
make

Tom managed to make time to visit Mary while he was in Boston. - Tom Boston'da iken Mary'yi ziyaret etmek için zaman ayırmış olabilir.

The country is trying hard to make up for her trade deficit. - Ülke, dış ticaret açığını telafi etmek için çok çabalıyor.

(dans) step
to deprive (someone) of (something)
(dua) say
to do, to make, to render; to cost; to amount to, to total; to be worth
tender
get

I had to resign because I just didn't get along with the new boss. - İstifa etmek zorundaydım çünkü yeni patronla anlaşamadım.

I never get sick of dancing. - Ben asla dans etmekten usanmam.

(Matematik) to equal, make
to do, make
add up to
subject
to amount to, make
(toplamı) aggregate
to wrong, treat (someone) unjustly
have

I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him. - Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.

I'm afraid I'll have to call it a day. - Korkarım ki paydos etmek zorunda kalacağım.

take

May I take a few days off to visit my family? - Ailemi ziyaret etmek için birkaç gün izin alabilir miyim?

In some ways, I envy him; he knows exactly what he wants and he's not afraid to take it. - Bir yandan da ona imreniyorum; tam olarak ne istediğini biliyor ve onu elde etmekten çekinmiyor.

send

The other colonies began sending troops to help. - Diğer koloniler yardım etmek için asker göndermeye başladı.

to soil or wet (one's underpants, bed, etc.). etmediğini bırakmamak/komamak to do all the harm one can. ettiğini bulmak/çekmek to get one's deserts. Etme eyleme! Please don't do it!/Come on now, stop it! ettiği hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek to be more of a hindrance than a help; to cause more harm than good. ettiği ile kalmak to be left with nothing but the shame of it (when a design against another has not come off). Etme yahu! Is that so?/You must be kidding. ettiğini yanına bırakmamak to get revenge on (someone), not to let (someone) get away with something. ettiği yanına (kâr) kalmak to get away with a bad deed
(toplam) total
to do (well or wrong)
misbehave
put

Taking a watch apart is easier than putting it together. - Bir saati parçalara ayırmak onu monte etmekten daha kolaydır.

You've tried so hard to put me to shame, haven't you? - Beni rezil etmek için çok çabaladın, değil mi?

smb
total

We had to agree to total confidentiality and sign a non-disclosure agreement. - Toplam gizliliği kabul etmek ve bir gizlilik sözleşmesi imzalamak zorundaydık.

execute
hakaret etmek
insult

I didn't want to insult Tom. - Tom'a hakaret etmek istemedim.

Tom doesn't even bother to insult me anymore. - Artık Tom bile bana hakaret etmek için canını sıkmıyor.

itiraf etmek
admit

I have to admit I enjoyed it. - Bunu beğendiğimi itiraf etmek zorundayım.

That wasn't so hard to admit, was it? - İtiraf etmek o kadar zor değildi, değil mi?

eşlik etmek
accompany

You're welcome to accompany us. - Bize eşlik etmek için buyurun.

takip etmek
pursue
göç etmek
migrate
ibadet etmek
worship

On New Year's Day many Japanese go to the shrine to worship. - Yeni Yıl Günü birçok Japon ibadet etmek için türbeye giderler.

istila etmek
invade
hitap etmek
address

It might be better to address her as Doctor. - Ona doktor olarak hitap etmek daha iyi olabilir.

cüret etmek
dare
pes etmek
give in
rahatsız etmek
annoy

Tom is doing that just to annoy Mary. - Tom bunu sadece Mary'yi rahatsız etmek için yapıyor.

I didn't want to annoy you. - Seni rahatsız etmek istemedim.

ısrar etmek
persist

To err is human, but to persist in error is diabolical. - Hata yapmak insana mahsustur ama hatada ısrar etmek şeytanidir.

adapte etmek
adapt
ayırt etmek
distinguish

The twins look so much alike it's next to impossible to distinguish one from the other. - İkizler o kadar benziyorlar ki birini diğerinden ayırt etmek neredeyse imkansız.

Reality and fantasy are hard to distinguish. - Gerçek ve hayali ayırt etmek zordur.

küfür etmek
(Ticaret) swear

She knows five languages, but when she wants to swear, she does so in her maternal language. - Beş yabancı dil biliyor ama küfür etmek istediği zaman kendi ana dilinde konuşuyor.

Swearing relieves the pain. - Küfür etmek ağrıyı hafifletir.

lanet etmek
curse
motive etmek
motivate
muamele etmek
treat
telâffuz etmek
pronounce

It is difficult for me to pronounce the word. - Kelimeyi telaffuz etmek benim için zordur.

Tom's last name isn't easy to pronounce. - Tom'un soyadını telaffuz etmek kolay değildir.

öncülük etmek
lead
beyan etmek
declare
inkâr etmek
deny

There is no denying that she is very efficient. - Onun çok verimli olduğunu inkar etmek yok.

There is no denying that English is the most widely spoken language in the world. - Dünyada İngilizce'nin en yaygın şekilde konuşulan dil olduğunu inkar etmek yok.

muayene etmek
examine

I have to examine you. - Seni muayene etmek zorundayım.

inşa etmek
construct
tecâvüz etmek
rape

Sami wanted to rape Layla. - Sami, Leyla'ya tecavüz etmek istedi.

They want to rape our women. - Kadınlarımıza tecavüz etmek istiyorlar.

flört etmek
flirt

I can't help it if girls want to flirt with me. - Kızlar benimle flört etmek isterse elimde değil.

kopya etmek
transcribe
ameliyat etmek
operate

We have to operate urgently. - Derhal ameliyat etmek zorundayız.

We have to operate urgently. - Acilen ameliyat etmek zorundayız.

itiraz etmek
object

I don't mean to object to your proposal. - Amacım önerine itiraz etmek değil.

işgal etmek
occupy

The settlers are the most peaceful people in the world. They cross thousands of miles to occupy a land that doesn't belong to them and they never kill anyone if they're not a savage native. - Göçmenler dünyadaki en huzurlu insanlardır. Onlara ait olmayan bir toprağı işgal etmek için binlerce mil geçerler ve eğer vahşi yerli değillerse kimseyi öldürmezler.

meşgul etmek
occupy
organize etmek
organise
teşhis etmek
diagnose
önderlik etmek
lead
fark etmek
distinguish
hibe etmek
grant
idare etmek
handle

Tom is hard to handle. - Tom'u idare etmek zor.

This machine is easy to handle. - Bu makineyi idare etmek kolaydır.

mutlu etmek
make happy
müdahale etmek
(Hukuk) interfere

I don't wish to interfere. - Müdahale etmek istemiyorum.

I don't want to interfere with your personal life. - Ben kişisel yaşamınıza müdahale etmek istemiyorum.

prova etmek
rehearse
rehberlik etmek
lead
sevk etmek
dispatch
tedarik etmek
procure
alay etmek
mock

It is cruel to mock a blind man. - Kör bir insanla alay etmek acımasızcadır.

berbat etmek
spoil

Spoiling an ending is a heinous crime against humanity. - Sonu berbat etmek, insanlığa karşı iğrenç bir suçtur.

I don't want to spoil everything. - Her şeyi berbat etmek istemiyorum.

davet etmek
summon
devam etmek
go on

In this world, it's difficult to go on behaving like a human being. - Bu dünyada insan gibi davranmaya devam etmek zordur.

If you want to go on with the conversation, you'd better speak a bit lower. - Konuşma ile devam etmek istiyorsan biraz daha düşük konuşsan iyi olur.

dikkat etmek
pay attention

We must pay attention to the traffic light. - Trafik ışıklarına dikkat etmek zorundayız.

You have to pay attention. - Dikkat etmek zorundasın.

dikte etmek
dictate
dizayn etmek
design
dua etmek
pray

There's nothing we can do to save Tom at this point. All we can do is pray. - Şu anda, Tom'u kurtarmak için yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Elimizden gelen şey dua etmektir.

We all knelt down to pray. - Dua etmek için hepimiz diz çöktük.

elde etmek
get

Right now, all I want to do is get something to eat. - Şu anda, tüm istediğim yiyecek bir şey elde etmek.

If you want to get something in life, you should go against the flow. - Hayatta bir şey elde etmek istiyorsanız, akıntıya karşı yüzmelisiniz.

enjekte etmek
inject
et
{i} meat
hak etmek
deserve

What did I do to deserve this? - Bunu hak etmek için ne yaptım?

hayal etmek
imagine

It is difficult to imagine a life with neither television nor the Internet. - Ne televizyon ne de internetsiz bir hayatı hayal etmek zordur.

It's pretty easy to imagine. - Bu hayal etmek oldukça kolaydır.

hizmet etmek
serve

Does a government have to serve ideologies, or rather, the interests of the people? - Bir hükümet ideolojiler mi sunmak zorunda? Daha doğrusu insanların çıkarlarına mı hizmet etmek zorunda?

He did not want to serve another term. - Bir dönem daha hizmet etmek istemiyordu.

iade etmek
return

I have to return this book to the library today. - Kitabı bugün kütüphaneye iade etmek zorundayım.

I'd like to return this. - Bunu iade etmek istiyorum.

icat etmek
invent

If God did not exist, we'd have to invent him. - Tanrı olmasa onu icat etmek zorunda kalırız.

He is very bad at inventing excuses. - Bahaneler icat etmekte çok kötüdür.

iflas etmek
go bankrupt
ihanet etmek
betray

To translate is to betray. - Çevirmek ihanet etmektir.

I'd rather die than betray my friends! - Arkadaşlarıma ihanet etmektense ölmeyi tercih ederim!

ihlal etmek
violate

You are not allowed to violate the rules. - Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.

ikamet etmek
dwell
ikna etmek
persuade

It was hard to persuade him to cancel the trip. - Bu geziyi iptal etmesi için onu ikna etmek zordur.

We failed to persuade him. - Onu ikna etmekte başarısız olduk.

ilan etmek
declare

Use the video to declare your love! - Aşkını ilan etmek için video kullan!

In Belgium, Flemish people want to declare their independence someday. - Belçika'da Flaman halkı bir gün bağımsızlığını ilan etmek istiyor.

ilave etmek
add

Is there anything you want to add to what I just said? - Az önce söylediklerime ilave etmek istediğin bir şey var mı?

Is there anything you'd like to add? - İlave etmek istediğin bir şey var mı?

imha etmek
destroy
iptal etmek
cancel

We don't want to cancel. - İptal etmek istemeyiz.

We don't want to cancel. - İptal etmek istemiyoruz.

istifa etmek
resign

He has no choice but to resign. - İstifa etmekten başka seçeneği yoktu.

I don't want to resign my job at present. - Şu andaki işimden istifa etmek istemiyorum.

ithal etmek
import

Different countries import many goods. - Farklı ülkeler, pek çok mal ithal etmektedirler.

Japan has to import most of its raw materials. - Japonya ham maddelerinin çoğunu ithal etmek zorunda.

izole etmek
insulate
kabul etmek
approve

Tom has to approve this. - Tom bunu kabul etmek zorunda.

kavga etmek
fight

Fighting isn't my style. - Kavga etmek benim tarzım değildir.

I don't want to fight you. - Seninle kavga etmek istemiyorum.

kontrol etmek
check

I just wanted to check my email. - Sadece e postamı kontrol etmek istedim.

Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again. - Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.

koordine etmek
coordinate

Schedules are difficult to coordinate. - Programları koordine etmek zordur.

kurban etmek
sacrifice
mahkum etmek
condemn

It is better to risk saving a guilty man than to condemn an innocent one. - Masum birini mahkum etmektense suçlu bir adamı kurtarmayı göze almak daha iyidir.

mecbur etmek
compel
memnun etmek
please

He is hard to please. - Onu memnun etmek zordur.

My immediate boss is tough to please. - Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.

merak etmek
wonder

Tom can't help wondering whether he would have been better off if he had gone to college. - Tom üniversiteye gitseydi daha varlıklı olup olmayacağını merak etmekten kendini alamıyor.

Tom couldn't help but wonder if everybody was safe. - Tom herkesin güvende olup olmadığını merak etmekten kendini alamadı.

muhafaza etmek
conserve
nefret etmek
hate

Do people really have to hate one another? - İnsanlar gerçekten birbirlerinden nefret etmek zorundalar mı?

Nobody wanted to hate my country. - Hiç kimse ülkemden nefret etmek istemedi.

niyet etmek
intend
rekabet etmek
compete

I never wanted to compete with you. - Seninle asla rekabet etmek istemedim.

I had to compete with him for promotion. - Ben tanıtım için onunla rekabet etmek zorunda kaldım.

rencide etmek
offend

I don't want to offend her. - Onu rencide etmek istemiyorum.

I no longer want to offend anyone. - Kimseyi rencide etmek istemiyorum artık.

rica etmek
request

I would like to request a short recess. - Ben kısa bir ara rica etmek istiyorum.

Tom is the type of person who always demands that something be done rather than request that it be done. - Tom bir şeyin yapılmasını rica etmek yerine bir şeyin yapılmasını her zaman talep eden türden bir insan.

tahmin etmek
guess

It's not hard to guess what's going to happen. - Ne olacağını tahmin etmek zor değil.

Tom's password was easy to guess. - Tom'un şifresini tahmin etmek kolaydı.

tahsis etmek
assign
takdir etmek
appreciate

It is not so difficult to appreciate good music. - İyi müziği takdir etmek hiç de zor değildir.

To appreciate her beauty, you have only to look at her. - Onun güzelliğini takdir etmek için sadece ona bakmak zorundasın.

taklit etmek
imitate

I think it's very difficult for an Englishman to imitate a real American accent. - Sanırım bir İngiliz için gerçek bir Amerikan aksanını taklit etmek zordur.

If something is fashionable, everyone wants to imitate it. - Eğer bir şey modaysa, herkes on taklit etmek ister.

talep etmek
request
tamir etmek
fix

I had to fix the toaster. - Ben tost makinesini tamir etmek zorunda kaldım.

Tom spent all day trying to fix the leak in the roof. - Tom bütün günü çatıdaki sızıntıyı tamir etmek için uğraşarak geçirdi.

tarif etmek
describe

Some feelings are difficult to describe. - Bazı duyguları tarif etmek zordur.

tavsiye etmek
recommend

I found out a very interesting site I'd like to recommend. - Tavsiye etmek istediğim çok ilginç bir site buldum.

tebrik etmek
congratulate

I would just like to congratulate Tom for his work. - Ben sadece onun çalışmaları için Tom'u tebrik etmek istiyorum.

We want to congratulate them on their good work. - Biz iyi işleri için onları tebrik etmek istiyoruz.

tecrit etmek
isolate
tedavi etmek
cure

Doctors did everything they could to cure him. - Doktorlar onu tedavi etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptı.

At present it is medically impossible to cure this disease. - Şu anda bu hastalığı tedavi etmek tıbben mümkün değildir.

tehdit etmek
threaten

I swear all I meant to do was to threaten Tom. - Tüm yapmak istediğimin Tom'u tehdit etmek olduğuna yemin ederim.

Tom threatened to leave Mary. - Tom Mary'yi tehdit etmekle terk etti.

temas etmek
contact

It's too late to contact Tom now. - Artık Tom'la temas etmek için çok geç.

Please don't hesitate to contact me if you have any other questions. - Başka sorunlarınız olursa benimle temas etmekten çekinmeyin.

temsil etmek
represent

His compositions represent the last echo of Renaissance music. - Onun besteleri rönesans müziğinin son yankısını temsil etmektedir.

The only reason for the existence of a novel is that it does attempt to represent life. - Bir romanın varlığının tek nedeni hayatı temsil etmek için girişimde bulunmasıdır.

tercih etmek
prefer
teselli etmek
console

I had to console her on the telephone. - Ben onu telefonda teselli etmek zorunda kaldım.

When Luisa broke into tears, only her best friend approached to console her. - Luisa gözyaşlarına boğulduğunda, yalnızca onun en iyi arkadaşı onu teselli etmek için yaklaştı.

teslim etmek
deliver

My work was to deliver pizza by motorcycle. - İşim motosikletle pizza teslim etmekti.

Amazon wants to use drones to deliver packages. - Amazon paketleri teslim etmek için dronlar kullanmak istiyor.

teyit etmek
confirm

I'm calling to confirm your appointment. - Randevunu teyit etmek için arıyorum.

umut etmek
hope

I guess it was too much to hope for. - Sanırım bu umut etmek için çok fazlaydı.

yolculuk etmek
travel

I want to travel with you. - Seninle yolculuk etmek istiyorum.

Traveling by boat is a lot of fun, isn't it? - Gemiyle yolculuk etmek çok eğlenceli, değil mi?

ziyaret etmek
visit

I want to visit Korea. - Kore'yi ziyaret etmek istiyorum.

I don't like visiting big cities. - Büyük şehirleri ziyaret etmekten hoşlanmam.

arzu etmek
desire
dans etmek
dance

Would you like to dance with me? - Benimle dans etmek ister misin?

Tom and Mary just wanted to dance with each other all evening. - Tom ve Mary akşam boyunca sadece birbirleri ile dans etmek istediler.

idam etmek
execute
teşvik etmek
encourage

We have to figure out a way to encourage Tom to do the right thing. - Biz Tom'u doğru şeyi yapmaya teşvik etmek için bir yol bulmak zorundayız.

You might want to encourage Tom to do his own homework early. - Tom'u kendi ev ödevini erkenden yapması için teşvik etmek isteyebilirsin.

şikayet etmek
complain

Tom did nothing but complain. - Tom şikâyet etmekten başka bir şey yapmadı.

She does nothing but complain. - O, şikâyet etmekten başka bir şey yapmaz.

analiz etmek
analyze

The students have to analyze an excerpt from the book. - Öğrenciler kitaptan bir alıntıyı analiz etmek zorundalar.

It took a great deal of time to analyze the data. - Verileri analiz etmek çok zaman aldı.

anons etmek
announce
ağız kavgası etmek
squabble
değiş tokuş etmek
exchange
endişe etmek
worry

I won't have to worry anymore. - Artık endişe etmek zorunda kalmayacağım.

Stop worrying about what happened to Tom. - Tom'a ne olduğu hakkında endişe etmekten vazgeç.

et
{i} flesh
feda etmek
sacrifice

Do you wanna sacrifice something? - Bir şey feda etmek ister misin?

Would it be ethical to sacrifice one person to save many? - Birçok kişiyi kurtarmak için bir kişiyi feda etmek etik olur muydu?

feragat etmek
renounce
garanti etmek
warrant
gevezelik etmek
babble
hareket etmek
act

We'll have to act fast. - Hızlı hareket etmek zorunda kalacağız.

I had to act at once. - Hemen hareket etmek zorunda kaldım.

hayret etmek
be surprised
hücum etmek
attack
ibraz etmek
submit
israf etmek
waste

Tom said he didn't want to waste time arguing. - Tom tartışarak zaman israf etmek istemediğini söyledi.

I hate to waste my time. - Zamanımı israf etmekten nefret ederim.

istismar etmek
exploit
itaat etmek
obey

I can't do anything but obey him. - Ona itaat etmekten başka bir şey yapamıyorum.

It's our duty to always obey the law. - Yasaya itaat etmek her zaman görevimizdir.

not etmek
note

I have to make a note of that. - Onu not etmek zorundayım.

nüfuz etmek
penetrate
sitem etmek
reproach
sürgün etmek
relegate
taciz etmek
harass

Tell your son to quit harassing my daughter. - Oğluna kızımı taciz etmekten vazgeçmesini söyle.

tahliye etmek
discharge

Your honor, I would like to discharge counsel. - Sayın yargıç, danışmanı tahliye etmek istiyorum.

takas etmek
exchange

I would like to exchange money. - Para takas etmek istiyorum.

tasfiye etmek
liquidate
teftiş etmek
inspect
telâfi etmek
atone
temin etmek
procure
tercüme etmek
translate

I like to translate your sentences. - Cümlelerinizi tercüme etmekten hoşlanıyorum.

I'll need at least three days to translate that thesis. - O tezi tercüme etmek için en azından üç güne ihtiyacım olacak.

teşebbüs etmek
attempt
teşekkür etmek
thank

I would like to thank you in advance for any help that you are able to give her. - Ona yapabileceğin herhangi bir yardım için şimdiden size teşekkür etmek istiyorum.

First of all, I would like to thank you for your hospitality. - Her şeyden önce, konukseverliğin için sana teşekkür etmek istiyorum.

teşkil etmek
constitute
yardım etmek
help

There is not much I can do to help, I am afraid. - Korkarım ki yardım etmek için yapabileceğim çok şey yok.

The boy cried Wolf, wolf! and the villagers came out to help him. - Kurt, kurt diye çocuk bağırdı! ve köylüler ona yardım etmek için dışarı çıktılar.

yemin etmek
vow
yeniden inşa etmek
rebuild

Our task is to rebuild the wall. - Bizim görevimiz duvarı yeniden inşa etmektir.

The south had no money to rebuild. - Güneylilerin yeniden inşa etmek için hiç parası yoktu.

ümit etmek
expect
şok etmek
shock

Sami liked to shock people. - Sami insanları şok etmekten keyif alırdı.

tahmin etmek
estimate
ısrar etmek
insist
yardım etmek
assist

We're here to assist you. - Sana yardım etmek için buradayız.

Tom is here to assist us. - Tom bize yardım etmek için burada.

göç etmek
immigrate
muhafaza etmek
preserve
inşa etmek
build

His plan is to build a bridge over that river. - Onun planı o nehir üzerinde bir köprü inşa etmektir.

They formed a project to build a new school building. - Onlar yeni bir okul binası inşa etmek için bir proje oluşturdu.

işaret etmek
indicate
sürgün etmek
banish
yerinden etmek
displace
ümit etmek
hope

All we can do is hope. - Bütün yapabileceğimiz ümit etmektir.

All we can do now is hope that Tom does what he's promised to do. - Artık bütün yapabileceğimiz Tom'un yapmaya söz verdiği şeyi yapmasını ümit etmektir.

idare etmek
conduct
terk etmek
desert
ispat etmek
demonstrate
analiz etmek
analyse
davet etmek
invite

I'd like to invite you to the party. - Sizi partiye davet etmek istiyorum.

He was kind enough to invite me. - O, beni davet etmek için yeterince nazikti.

devam etmek
proceed

The scientist insisted on proceeding with the research. - Bilimci araştırmaya devam etmekte ısrar etti.

Are you ready to proceed? - Devam etmek için hazır mısın?

dikkat etmek
be careful

If you want to lose weight, you'll have to be careful about what you eat. - Eğer zayıflamak istiyorsan ne yediğine dikkat etmek zorundasın.

We have to be careful with expenses. - Giderlerimize dikkat etmek zorundayız.

elde etmek
obtain

It was easy to obtain. - Onu elde etmek kolaydı.

garanti etmek
assure
hareket etmek
move

Look, Tom, we have to move. - Bak, Tom, hareket etmek zorundayız.

We have to move very quickly. - Çok hızlı şekilde hareket etmek zorundayız.

iddia etmek
claim

Some claim that full-body scanners violate the Fourth Amendment. - Bazıları tam vücut tarayıcılarının dördüncü yasa değişikliğini ihlal ettiğini iddia etmektedir.

ifade etmek
express

I'd like to express my gratitude. - Minnettarlığımı ifade etmek istiyorum.

I can't think of the right words with which to express my thanks. - Ben teşekkürlerimi ifade etmek için doğru kelimeleri düşünemiyorum.

ikamet etmek
(Hukuk) reside
ilan etmek
(Hukuk) announce
itiraf etmek
confess

Tom felt he had no other choice than to confess to police. - Tom polise itiraf etmekten başka bir seçeneği olmadığını hissetti.

She was forced to confess. - O, itiraf etmek için zorlandı.

itiraz etmek
object to

I don't mean to object to your proposal. - Amacım önerine itiraz etmek değil.

kontrol etmek
control

It's sometimes difficult to control our feelings. - Duygularımızı kontrol etmek bazen zordur.

I would like to stress that it is more convenient to control tariffs as a bloc rather than country by country. - Tarifeleri blok olarak kontrol etmenin ülke ülke kontrol etmekten daha uygun olduğunu vurgulamak istiyorum.

mecbur etmek
obligate
rehberlik etmek
guide

I want a guide to Chicago. - Chicago için rehberlik etmek istiyorum.

There will be situations where no textbook answer will be available to guide you. - Size rehberlik etmek için hiçbir ders kitabı cevabının mevcut olmayacağı durumlar olacaktır.

İngilizce - İngilizce

etmek teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

ET
Eastern Time (synonyms: EST, Eastern Standard Time, EDT. Eastern Daylight Time)
ET
extraterrestrial
et
and
et
Simple past tense and past participle of eat

Something I et?.

et
latin. and so forth
Et
{i} basic chemical element
et
environmental test
et
Endotracheal Tube
et
Educational Technology
et
CPS's fuse link designed for use on a 38kV distribution system The ET fuse link exhibits the same time current characteristics as the T link
et
Student transferred from another grade within the same school
et
and, both
et
embedded training
et
Event table; describes all events appearing in a business model
et
Ethiopia (in Internet addresses). Conservatoire des Arts et Métiers La Vérendrye Pierre Gaultier de Varennes et de peine forte et dure Montesquieu Charles Louis de Secondat baron de La Brède et de
et
A noun suffix with a diminutive force; as in baronet, pocket, facet, floweret, latchet
et
Equivalent Training
et
Exchange termination (ISDN, SS#7)
et
an extraterrestrial being; alien
et
variant of ate or eaten
et
Exchange Termination is the ISDN Exchange where Layer 2 ( for example, LAPD ) information will be terminated
et
Fuse link designed for use on a 38kV distribution system The ET fuse link exhibits the same time current characteristics as the T link
et
a past tense of eat OF - coming from YO - used to call attention
et
Enemy Tank -
et
and - both
et
[Latin] and
et
EvapoTranspiration - This is a measure of the amount of moisture lost from the ground during the day The moisture is lost in two ways, by direct Evaporation from the ground, and byTranspiration from leaves
et
And, in Latin and French
et
The two-character ISO 3166 country code for ETHIOPIA
et
Estimated Time (3)
et
Employment Tribunal
et
endotrachial tube
et
Error Throwing
et
(Japan) Eagle Technologies
Türkçe - Türkçe
Küçük veya büyük abdestini yapmak
Herhangi bir değerde olmak
Bir durumu ortaya çıkarmak
Vermek
Birini bir şeyden yoksun bırakmak
Bir işi yapmak
Kötülükte bulunmak
Bir durumu ortaya çıkarmak. "İyi, kötü" zarflarıyla birlikte davranmak
Davranmak
Bir işi yapmak: "Şemsi, sıra düştükçe emlak komisyonculuğu ediyordu."- H. Taner
Bulmak, erişmek
Herhangi bir değerde olmak: "Kira dâhil olduğu hâlde aylık masrafımız tam beş lira ediyordu."- Ö. Seyfettin
Bulmak, erişmek: "Hemşerileri gelir, kemençe gibi bir çalgıyla sabahı ederlerdi."- R. H. Karay
Kötülükte bulunmak: "Ah, iki bardak süt sen bana neler ettin?"- S. F. Abasıyanık
Eşit değer kazanmak
göstermek
etüt etmek
İncelemek, araştırmak
akuple etmek
Birleştirmek, entegre etmek
amorti etmek
Bir ürün üretim maliyeti ile belirli bir sure sonra yapmış olduğu kazanımları kendisini sıfırlamak
tahdis etmek
(Nükleer Mühendislik) Hadis rivayet etmek
vefat etmek
Ölmek
dekore etmek
süsleme amacıyla düzen vermek
idare etmek
Yönetmek, çekip çevirmek
idare etmek
Tutumlu kullanmak
nüfuz etmek
Bir şeyin içine işlemek, geçmek
sarf etmek
Kullanmak
Et
(Osmanlı Dönemi) KİDNE
Et
(Osmanlı Dönemi) KIŞM
Et
lahm
Et
(Osmanlı Dönemi) ARİN
Et
(Osmanlı Dönemi) KÜŞTAR
Et
(Osmanlı Dönemi) BADİ'
et
Ten
et
Kasaplık hayvanlardan sağlanan kaslardan oluşmuş besin maddesi: "Bu, kurumuş pastırma renginde bir et parçası idi."- H. Taner
et
İnsanlarda, hayvanlarda deri ile kemik arasındaki kas ve yağdan oluşan tabaka
et
Kasaplık hayvanlardan sağlanan kaslardan oluşmuş besin maddesi
et
Meyvelerde çekirdekle deri arasındaki bölüm
et
(Osmanlı Dönemi) lâhm
etme
Etmek işi
İngilizce - Türkçe

etmek teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

ampute etmek
(Geometri) (Tıp) Bir uzvu kesip almak
et
cik
et
(Anatomi) ve
etmek