etme

listen to the pronunciation of etme
Türkçe - İngilizce
making

I don't ever try to be sloppy. But I have to admit, I'm notorious for making unintentional typos. - Özensiz görünmeye çalışmıyorum asla, ama itiraf etmeliyim ki, istemeden yaptığım yazım hatalarıyla adım çıkmıştır.

Tom and Mary had trouble making themselves understood in French. - Tom ve Mary'nin kendilerini Fransızca olarak ifade etme sorubları vardı.

prohibit
doing

Wouldn't you rather spend your time doing something you enjoy? - Hoşlandığın bir şeyi yaparak zamanını geçirmeyi tercih etmez misin?

I haven't noticed Tom doing that. - Tom'un onu yaptığını fark etmedim.

doing, execution
faction
dans etme
dancing

Tom felt like dancing. - Tom'un canı dans etmek istedi.

She kept dancing at the disco all night. - O, bütün gece diskoda dans etmeye devam etti.

et
{i} meat
et
{i} flesh
etmek
practise
etmek
do
dikkat etme
watch

Should I watch my diet? - Diyetime dikkat etmeli miyim?

Do we need to watch out for tigers around here? - Buradaki kaplanlara dikkat etmeli miyiz?

et
{i} beef
etmek
practice
imha etme
disposal
etme yahu
really?
etme bulma dünyası
(deyim) what comes around goes around
etme bulma dünyası
(deyim) as you sow so you shall reap
etme bulma dünyası
(Atasözü) This is a world where you have to pay for your misdeeds
etme bulma dünyası
one is eventually punished for his misdeeds
etki etme
affection
etkisini yok etme
counteraction
etüt etme
surveying
ayırt etme
discrimination
ihlal etme
(Ticaret) infringement
yok etme
annihilation
Merak etme
Don't worry!

Don't worry. This won't happen again. - Merak etme. Bu bir daha olmayacak.

Don't worry. It's OK. - Merak etmeyin. Tamam.

sınır dışı etme
(Hukuk) expulsion
tahliye etme
evacuate
telâfi etme
redemption
egemenliğini kabul etme
homage
alay etme
mocking
eşlik etme
escort
acele etme
scurrying
alay etme
making fun of
alay etme
send up
ateş etme
shoot

The soldier disdained shooting an unarmed enemy. - Asker silahsız bir düşmana ateş etmeyi reddetti.

Tom didn't shoot anybody. - Tom herhangi birine ateş etmedi.

canlı hayvanı deneysel amaçla ameliyat etme
vivisection
elde etme
attainment
etmek
pay

You don't have to pay attention to what Tom says. - Tom'un söylediklerine dikkat etmek zorunda değilsiniz.

He had gone there to help garbage workers strike peacefully for better pay and working conditions. - Daha iyi maaş ve daha iyi çalışma koşulları için temizlik emekçileri grevine barış içinde yardım etmek için oraya gitmişti.

etmek
auxiliary verb
etmek
{f} take

In some ways, I envy him; he knows exactly what he wants and he's not afraid to take it. - Bir yandan da ona imreniyorum; tam olarak ne istediğini biliyor ve onu elde etmekten çekinmiyor.

I don't want to take on any more work. - Daha fazla iş kabul etmek istemiyorum.

halinden şikâyet etme
whine
ibraz etme
exhibition
ihlâl etme
violation
ima etme
implication
iptal etme
(Kanun) annulment
itiraz etme, tartışma
dispute
kötü temsil etme
misrepresentation
sevk ve idare etme
steering
taklit etme
send up
tavsiye etme
presentation
tayin etme
(Ticaret) designation
telafi etme
(Ticaret) reimbursement
telefon etme
calling
tesis etme
foundation
teyid etme
acknowledge
yok etme
wipeout
yok etme
elimination
yok etme
extermination
ziyaret etme
call

First of all, I have to call on Jim. - Her şeyden önce, Jim'i ziyaret etmek zorundayım.

I had intended to call on her last Sunday. - Geçen Pazar onu ziyaret etmeye niyetlendim.

et
{f} cost
etmek
{f} get

Bill and John like to get together once a month to chat. - Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

Did you get permission to park here? - Buraya park etmek için izin aldın mı?

teslim etme
surrender

Did Tom have to surrender his passport? - Tom pasaportunu teslim etmek zorunda mıydı?

The police persuaded the criminal to surrender his weapon. - Polis silahını teslim etmesi için suçluyu ikna etti.

teşhir etme
exhibition
acele etme
take your time

It's better to take your time than to hurry and make mistakes. - Acele edip hatalar yapmaktansa acele etmemen daha iyidir.

Take your time. There's no hurry. - Acele etme. Aceleye gerek yok.

acele etme
hurrying

Don't hurry if there's no purpose to your hurrying. - Acele etmen için bir amacın yoksa acele etme.

I don't see any reason for hurrying. - Ben acele etmek için herhangi bir neden görmüyorum.

acele etme
(Konuşma Dili) take it easy
aktif etme
(Bilgisayar) activate
alay etme
irrision
alay etme
taunt

Keep taunting me and see what happens. - Benimle alay etmeye devam et ve ne olacağını gör.

alay etme
persiflage
alay etme
japing
alay etme
taunting

Keep taunting me and see what happens. - Benimle alay etmeye devam et ve ne olacağını gör.

analiz etme
(Ticaret) analysis
ağaçları yok etme
deforestation
banyo etme
(Fotoğrafçılık,Teknik) development
belli etme
manifestation
belli etme
express
beni merak etme
don't worry about me
beyan etme
declaration
beyan etme tuşu
(Bilgisayar) submit button
birbirini takip etme
succession
bloke etme
immobilisation
bloke etme
lock-up
boykot etme
boycotting
boykot etme
(Kanun) boycott
ciro etme
endorsing
ciro etme (çek/bono)
negotiation
dahil etme
omitted

You've omitted something. - Bir şeyi dahil etmedin.

dahil etme
omit

You've omitted something. - Bir şeyi dahil etmedin.

dava etme
(Ticaret) claim
dava etme
(Ticaret) sue
dava etme
litigation

Other factors of importance, which make litigation of large corporations more difficult, are the size and complexity of their activities. - Büyük şirketleri dava etmeyi zorlaştıran diğer önemli etkenler de faaliyetlerinin boyutları ve karmaşıklığıdır.

davet etme
(Kanun) citation
deneyim etme
experiencing
depo etme
(Ticaret) storage
depo etme
(Ticaret) warehousing
dert etme
don't worry

Don't worry about what Tom thinks. - Tom'un ne düşündüğünü dert etme.

Don't worry about it. It's not your problem. - Dert etmeyin. O sizin sorununuz değil.

devam etme
attending

Poverty prevented him from attending school. - Yoksulluk onun okula devam etmesini engelledi.

I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break. - Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.

devam etme
persisting
dezenfekte etme
disinfectant
dizayn etme
designing
elde etme
achievement

No other contestant has obtained such a remarkable achievement. - Başka hiçbir yarışmacı böyle dikkat çekici bir başarı elde etmedi.

elde etme maliyeti
(Ticaret) cost of an acquisition
elimine etme
elimination
emprenye etme
impregnation
emprenye etme usulü
impregnation
esir etme
slave
et
carve
et
dice
et
idler
etmek
demur
etmek
atone for
etmek
be worth
etmek
pronounce

Tom's last name is hard to pronounce. - Tom'un soyadını telaffuz etmek zor.

This word is difficult to pronounce. - Bu sözcüğü telaffuz etmek zordur.

etmek
amount to
etmek
reside
etmek
discommode
etmek
assume

I assume Tom is here to help. - Sanırım Tom yardım etmek için burada.

etmek
worth

The U.S. exports billions of dollars' worth of passenger airplanes. - Amerika Birleşik Devletleri milyarlarca dolar değerinde yolcu uçakları ihraç etmektedir.

It is worthwhile visiting the museum. - Müzeyi ziyaret etmek faydalıdır.

eziyet etme
persecution
filtre etme
leaching
fuzuli işgal etme
(Kanun) intrusion
gasp etme
usurpation
gasp etme
(Ticaret) seizure
hareket etme
start
heder etme
waste
hesap etme
(Ticaret) computation
hesap etme
(Ticaret) count
hibe etme
(Kanun) gift
hizmet etme
serving
hizmet etme
attendance
iade etme
(Ticaret) refund
iade etme
remission
icat etme
excogitation
icra etme
performance
icra etme
(Ticaret) fulfilment
icra etme
(Politika, Siyaset) enforcement
icra etme
implementation
icra etme
(Ticaret) execution
idare etme
running
idare etme
administration
idare etme
manipulation
iddia etme
(Kanun) allegation
iddia etme
alleging
ifade etme
phrasing
ifade etme
emitting
ihlal etme
violating
ihlal etme
infringing
ihlal etme
(Ticaret) annulment
ihlal etme
transgression
ihmal etme
(Kanun) omission
ikamet etme
residence
ikamet etme (bir yerde)
abode
ikram etme
entreating
ilan etme
advertising
ilan etme
indiction
ilan etme
declaration
ilave etme
annexing
imar ve ihya etme
(Kanun) amelioration
imha etme
extirpate
imha etme
exterminating
inhibe etme
(Pisikoloji, Ruhbilim) inhibition
iptal etme
(Ticaret) recission
iptal etme
(Ticaret) invalidation
iptal etme
rescinding
iptal etme
(Kanun) disaffiliation
iptal etme
overriding
iptal etme
repeal
iptal etme
(Kanun) disaffirmance
iptal etme
(Politika, Siyaset) abolition
iptal etme
(Ticaret) revocation
iptal etme
(Kanun) quashing
ispat etme
evidencing
istisna etme
exception
isyan etme
revolting
ithal etme
(Ticaret) importing
ithal etme
import
ithal etme
(Ticaret) importation
itiraf etme
(Kanun) acknowledgement
itiraf etme
avow
izole etme
isolation
kabul etme
conceding
kabul etme
embracement
kabul etme
(Kanun) acknowledgement
kabul etme
avow
kabul etme
(Bilgisayar) don't accept

Don't accept rides from strangers. - Yabancılardan gezinti kabul etmeyin.

Don't accept drinks from strangers. - Yabancılardan içecek kabul etmeyin.

kabul etme
commissioning
kabul etme
acceptant
kabul etme
acceptingness
kabul etme
acknowledging

Unlike yourself, I'm used to acknowledging my mistakes. - Senin aksine, ben hatalarımı kabul etmeye alışkınım.

Tom was never very good at acknowledging mistakes. - Tom hataları kabul etmede çok iyi değildi.

kabul etme
acknowledge

I must acknowledge the evidence. - Kanıtı kabul etmeliyim.

It's often very hard to acknowledge that you may have outgrown your friendship. - Arkadaşlığınızı aşmış olabileceğinizi kabul etmek genelde çok zordur.

kontrol etme
inspection
konuk etme
entreating
kıymet takdir etme
valorization
mahkum etme
conviction
mahsup etme
offsetting
mahsup etme
(Kanun,Ticaret) elimination
mahsup etme
(Ticaret) set-off
memnuniyetle kabul etme
(Politika, Siyaset) acceptance
merak etme
wonderment
merak etme
wondering

I still can't help wondering why. - Sebebini merak etmemek hâlâ elimde değil.

I still can't help wondering what happened to Tom. - Hala Tom'a ne olduğunu merak etmekten kendimi alamıyorum.

modifiye etme
modify
monte etme
reassemble
monte etme
assemblage
monte etme
mounting
muhafaza etme
(Politika, Siyaset) retention
muhafaza etme
keeping
muhafaza etme
embowering
nefret etme
abomination
nefret etme
loathing
optimize etme
(Tıp) optimisation
optimize etme
optimizing
organize etme
organization
organize etme
organising
paket etme
packing
pres etme
stamping
rapor etme
reporting
rekabet etme
(Ticaret) competing
revize etme
revision
İngilizce - İngilizce

etme teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

ET
Eastern Time (synonyms: EST, Eastern Standard Time, EDT. Eastern Daylight Time)
ET
extraterrestrial
et
and
et
Simple past tense and past participle of eat

Something I et?.

et
latin. and so forth
Et
{i} basic chemical element
et
environmental test
et
Endotracheal Tube
et
Educational Technology
et
CPS's fuse link designed for use on a 38kV distribution system The ET fuse link exhibits the same time current characteristics as the T link
et
Student transferred from another grade within the same school
et
and, both
et
embedded training
et
Event table; describes all events appearing in a business model
et
Ethiopia (in Internet addresses). Conservatoire des Arts et Métiers La Vérendrye Pierre Gaultier de Varennes et de peine forte et dure Montesquieu Charles Louis de Secondat baron de La Brède et de
et
A noun suffix with a diminutive force; as in baronet, pocket, facet, floweret, latchet
et
Equivalent Training
et
Exchange termination (ISDN, SS#7)
et
an extraterrestrial being; alien
et
variant of ate or eaten
et
Exchange Termination is the ISDN Exchange where Layer 2 ( for example, LAPD ) information will be terminated
et
Fuse link designed for use on a 38kV distribution system The ET fuse link exhibits the same time current characteristics as the T link
et
a past tense of eat OF - coming from YO - used to call attention
et
Enemy Tank -
et
and - both
et
[Latin] and
et
EvapoTranspiration - This is a measure of the amount of moisture lost from the ground during the day The moisture is lost in two ways, by direct Evaporation from the ground, and byTranspiration from leaves
et
And, in Latin and French
et
The two-character ISO 3166 country code for ETHIOPIA
et
Estimated Time (3)
et
Employment Tribunal
et
endotrachial tube
et
Error Throwing
et
(Japan) Eagle Technologies
Türkçe - Türkçe
Etmek işi
Et
(Osmanlı Dönemi) KİDNE
Et
(Osmanlı Dönemi) KIŞM
Et
lahm
Et
(Osmanlı Dönemi) ARİN
Et
(Osmanlı Dönemi) KÜŞTAR
Et
(Osmanlı Dönemi) BADİ'
Etmek
göstermek
et
Ten
et
Kasaplık hayvanlardan sağlanan kaslardan oluşmuş besin maddesi: "Bu, kurumuş pastırma renginde bir et parçası idi."- H. Taner
et
İnsanlarda, hayvanlarda deri ile kemik arasındaki kas ve yağdan oluşan tabaka
et
Kasaplık hayvanlardan sağlanan kaslardan oluşmuş besin maddesi
et
Meyvelerde çekirdekle deri arasındaki bölüm
et
(Osmanlı Dönemi) lâhm
etmek
Küçük veya büyük abdestini yapmak
etmek
Herhangi bir değerde olmak
etmek
Bir durumu ortaya çıkarmak
etmek
Vermek
etmek
Birini bir şeyden yoksun bırakmak
etmek
Bir işi yapmak
etmek
Kötülükte bulunmak
etmek
Bir durumu ortaya çıkarmak. "İyi, kötü" zarflarıyla birlikte davranmak
etmek
Davranmak
etmek
Bir işi yapmak: "Şemsi, sıra düştükçe emlak komisyonculuğu ediyordu."- H. Taner
etmek
Bulmak, erişmek
etmek
Herhangi bir değerde olmak: "Kira dâhil olduğu hâlde aylık masrafımız tam beş lira ediyordu."- Ö. Seyfettin
etmek
Bulmak, erişmek: "Hemşerileri gelir, kemençe gibi bir çalgıyla sabahı ederlerdi."- R. H. Karay
etmek
Kötülükte bulunmak: "Ah, iki bardak süt sen bana neler ettin?"- S. F. Abasıyanık
etmek
Eşit değer kazanmak
İngilizce - Türkçe

etme teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

elimine etme
elenmek
et
cik
et
(Anatomi) ve
etme