zorluklar

listen to the pronunciation of zorluklar
Turkish - English
challenges

What are the biggest challenges? - En büyük zorluklar nelerdir?

We face many challenges. - Biz birçok zorluklarla karşı karşıyayız.

rigors
in difficulties
difficulties

They don't know what difficulties Tom went through in his youth. - Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.

I have seen various difficulties. - Ben çeşitli zorluklar gördüm.

zorluk
hardship

Many great men went through hardship during their youth. - Birçok büyük insan gençliklerinde zorluklardan geçmişlerdir.

Many have long suffered oppression and hardship under colonialism. - Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.

zor
difficult

It was too difficult for me. - Bu benim için çok zordu.

It's difficult to learn a foreign language. - Yabancı dil öğrenmek zordur.

zor
troublesome
zor
tough

They made equally tough demands. - Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.

My immediate boss is tough to please. - Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.

zorluk
difficulty

I had great difficulty in finding my ticket at the station. - İstasyonda biletimi bulurken büyük zorluk yaşadım.

This kind of music is something that older people have difficulty understanding. - Bu tür müzik, daha yaşlı insanların anlamakta zorluk çektiği bir şeydir.

zor
hard

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

zorluklar atlatmak
go through the wringer
zor
{s} arduous

She went through a long and arduous vocational course. - O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.

zorluk
adversity

Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him. - Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.

zor
crucial
zor
uneasy; causing difficulty
zorluk
{i} fix
zor
knotty
zor
tight

Tom found himself in a tight spot. - Tom, kendini zor bir durumda buldu.

We'll just have to sit tight. - Sadece kalkmadan oturmak zorunda olacağız.

zor
{i} force

The force of the wind made it difficult to walk. - Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.

In the end, the Germans were forced to withdraw. - Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.

zorluk
complexity
zorluk
complication
zor
prickly
zor
barely

He barely passed the examination. - O sınavı zorla geçti.

I barely passed the exam. - Ben zar zor sınavı geçtim.

zor
complicated

It's a complicated story. - Bu anlaşılması zor bir hikaye.

It doesn't have to be that complicated. - Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.

zor
uneasy
zor
problematic
zor
(Kanun) virtue
zor
stringent
zor
severe

Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite. - Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.

In any case, she'll have to be severely punished. - Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.

zor
trying

I think you're trying too hard. - Bence fazla zorluyorsun.

I have to keep trying. - Denemeye devam etmek zorundayım.

zor
awkward

It's awkward for me to go to them without an invitation. - Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.

zor
hardly

I could hardly keep from laughing. - Gülmemek için kendimi zor tuttum.

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

zor
{i} might

Try as you might, but you cannot force a belief onto someone else, much less your own self. - Ne kadar uğraşırsan uğraş, bırak başkasını, kendini bile bir şeye zorla inandıramazsın.

No matter how tired I might be, I have to work. - Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.

zor
strength

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

zorluk
knot
zorluk
drawback
zorluk
labor
zorluk
centrically
zorluk
hard
zorluk
bother
zorluk
trouble

Tom had trouble making friends. - Tom arkadaş edinmede zorluk çekiyordu.

Having studied Japanese, Jenny had no trouble in Japan. - Jenny Japonca çalıştığından Japonya'da zorluk çekmedi.

zorluk
uneasiness
zor
thorny
zor
compulsion
zor
strain

Tom's patience is being strained. - Tom'un sabrı zorlanıyor.

Take care not to strain your eyes. - Gözlerini zorlamamaya dikkat et.

zor
dys-
zor
straitened
zor
trick

It's hard to teach an old dog new tricks. - Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

zor
constraint
zor
sticky

She helped me in a very sticky situation. - Çok zor bir durumda bana yardım etti.

zor
uphill

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

zor
ticklish
zor
subtle
zorluk
{i} inconvenience
zorluk
austerity
zorluk
difficultness
zorluk
rigour
zorluk
necessity
zor
tricky

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

zor
a tough
zor
toughest

Their car entered one of the toughest races in the world. - Onların aracı dünyadaki en zorlu yarışlardan birine girdi.

He looked the toughest of all the challengers. - Bütün rakiplerin en zorlusu görünüyordu.

zor
tougher
başlangıçta yaşanan zorluklar
teething troubles
zor
difficult, hard
zor
compulsion, constraint, obligation, necessity: Bunu yapmak zorunda değilim. I'm not obliged to do this. Ne zorun vardı bunu yapmaya? What made you feel obliged to do this?
zor
rough

You'll have a rough time. - Zor bir zaman geçireceksin.

Tom had a rough time last year. - Tom geçen yıl zor günler geçirdi.

zor
main

Hard work is the main element of success. - Zor iş başarının ana unsurudur.

I didn't know I was going to have to introduce the main speaker. - Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.

zor
mean

I reported to him by means of an SMS that he had to stop his work as soon as possible. - En kısa sürede işi durdurmak zorunda olduğunu bir SMS aracılığıyla bildirdim.

This has got to mean something. - Bu manidar olmak zorunda.

zor
stiff
zor
pressure, coercion (exerted upon a person's mind): Onları ancak zor kullanarak hizaya getirebilirsin. The only way you can get them to fall into line is to pressure them
zor
difficult, hard, troublesome, tough, stiff; difficulty; obligation, compulsion, constraint; force, strength; barely, hardly
zor
with difficulty

We climbed up the mountain, but with difficulty. - Biz dağa tırmandık ama zorlukla.

I found your house with difficulty. - Evinizi zorla buldum.

zor
trickish
zor
trouble, difficulty, worry, problem: Hiçbir zoru yok. He's got nothing troubling him
zor
physical violence or the threat of physical violence, force: Zoru görünce direnmekten vazgeçti. When threatened with force he stopped holding out. Beni zor kullanmaya mecbur etme! Don't make me use force!
zor
hairy
zor
formidable

Tom would be a formidable opponent. - Tom zorlu bir rakip olacaktır.

zor
barely, just. Z
zor
baffling
zor
cruel

Why do you always have to be so cruel? - Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?

zor
inconvenient

He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times. - O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.

zor
exacting
zor
bodily ailment or disorder: Zekâvet'in aklından zoru var galiba. It looks like Zekâvet's touched in the head. Hilmi'nin midesinden zoru var. Hilmi's got a stomach complaint
zor
dys
zor
bated
zor
heavy

Why do children have to carry such a heavy bag? - Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?

I had to take a taxi because the heavy rain caused all the trains to stop. - Yoğun yağış bütün trenlerin durmasına sebep olduğu için bir taksiye binmek zorunda kaldım.

zor
imperative

It is imperative for you to finish by Sunday. - Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.

It's imperative to go out. - Dışarı çıkmak zorunlu.

zor
{f} slog
zorluk
rough
zorluk
arduousness
zorluk
entanglement
zorluk
difficulty, hardship, arduousness, hassle
zorluk
toughness
zorluk
strain
zorluk
rigour [Brit.]
zorluk
hassle
zorluk
hobble
zorluk
gruelling
zorluk
gaff
zorluk
hardness
zorluk
tightness
zorluk
grueling
zorluk
stumbling block
zorluk
rigor
zorluk
job

Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job. - Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.

Tom had difficulty convincing Mary to quit her job. - Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.

zorluk
asperity
Turkish - Turkish
(Osmanlı Dönemi) TELATİL
Zor
teng
Zorluk
(Osmanlı Dönemi) NÜKR
Zorluk
(Osmanlı Dönemi) ŞERZ
zor
Yüküm, mecburiyet: "Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu."- N. Cumalı
zor
Güçlükle, zorla: "El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı."- H. Taner
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan: "Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir."- B. Felek
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık
zor
Güçlükle, zorla
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık: "Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi, ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm."- R. N. Güntekin
zor
Yapamazsın!
zor
Yüküm, mecburiyet
zor
Baskı: "Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi."- M. Ş. Esendal
zor
Baskı
zorluk
Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük: "Seyfi, zorluk karşısında kalırsa, birini yakalayıp silah atmadan buraya dönecek."- S. Kocagöz
zorluk
Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük
zorluklar
Favorites