zorluk

listen to the pronunciation of zorluk
Turkish - English
hardship

Many great men went through hardship during their youth. - Birçok büyük insan gençliklerinde zorluklardan geçmişlerdir.

You have to endure a lot of hardships in life. - Hayatta birçok zorluklara katlanmak zorundasın.

difficulty

We had much difficulty in finding the bus stop. - Otobüs durağını bulmakta çok zorluk çektik.

I passed the examination with difficulty. - Ben sınavı zorlukla geçtim.

adversity

Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him. - Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.

complexity
complication
knot
drawback
labor
centrically
hard
bother
trouble

I don't want to trouble you. - Sana zorluk çıkarmak istemiyorum.

Having studied Japanese, Jenny had no trouble in Japan. - Jenny Japonca çalıştığından Japonya'da zorluk çekmedi.

uneasiness
rough
arduousness
entanglement
difficulty, hardship, arduousness, hassle
toughness
strain
rigour [Brit.]
hassle
hobble
gruelling
gaff
hardness
tightness
grueling
stumbling block
rigor
{i} fix
{i} inconvenience
austerity
difficultness
rigour
necessity
job

Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job. - Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.

Tom had difficulty convincing Mary to quit her job. - Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.

asperity
zor
difficult

It was too difficult for me. - Bu benim için çok zordu.

It's difficult to learn a foreign language. - Yabancı dil öğrenmek zordur.

zor
troublesome
zor
tough

They made equally tough demands. - Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.

Tom knew it was going to be tough to convince Mary to go to the hospital. - Tom Mary'yi hastaneye gitmesi için ikna etmenin zor olacağını biliyordu.

zor
hard

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

The old man was hard of hearing. - Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.

zorluk derecesi
difficulty level
zorluk derecesi
(Argo) hardcore
zorluk derecesi
difficulty
zorluk yaşatan
ballbreaker
zorluk çekmek
have difficulty in
zorluk çekmek
have difficulty
zorluk çıkarmak
make difficulties
zorluk çıkarıcı
obstructive
zorluk içinde
in hot water
zorluk içinde olmak
(deyim) up the creek without a paddle
zorluk içinde olmak
(deyim) be in a jam
zorluk karşısında
under difficulties
zorluk yaratmak
make difficulties
zorluk yaşamak
have a difficulty
zorluk çekme
uneasyness
zorluk çekmek
to have difficulty (in doing sth)
zorluk çıkaran
awkward
zorluk çıkaran
obstructive
zorluk çıkarma durumu
obstructiveness
zorluk çıkarmak
to make things difficult, make trouble
zorluk çıkarmak
hamper
zorluk çıkarmak
to hamper, to make difficulties
zorluk çıkarmak
fash
zorluk çıkarmak
demur
zor
{s} arduous

She went through a long and arduous vocational course. - O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.

zor
crucial
zor
uneasy; causing difficulty
zor
knotty
zor
tight

You have to tighten those screws. - Sen o vidaları sıkmak zorundasın.

I have to tighten these bolts. - Bu civatayı sıkmak zorundayım.

zor
{i} force

The president was forced to return to Washington. - Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.

In the end, the Germans were forced to withdraw. - Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.

zor
prickly
zor
barely

He barely passed the examination. - O sınavı zorla geçti.

I barely passed the exam. - Ben zar zor sınavı geçtim.

zor
complicated

Finding love in the Internet age is complicated. - İnternet çağında aşk bulmak zordur.

In this city finding a taxi is complicated. - Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.

zor
uneasy
zor
problematic
zor
(Kanun) virtue
zor
stringent
zor
severe

In any case, she'll have to be severely punished. - Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.

Such a thing is considered theft and it has to be punished severely. - Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.

zor
trying

I had a hard time trying to get this report finished on time. - Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.

I have to keep trying. - Denemeye devam etmek zorundayım.

zor
awkward

It's awkward for me to go to them without an invitation. - Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.

zor
hardly

I could hardly make out what she said. - Söylediği şeyi zorla anlayabildim.

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

zor
{i} might

If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly. - Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.

No matter how tired I might be, I have to work. - Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.

zor
strength

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

zorluklar
challenges

There were many challenges. - Birçok zorluklar vardı.

Tom loves challenges. - Tom zorlukları sever.

zorluklar
rigors
zor
thorny
zor
compulsion
zor
strain

He strained his eyes by reading too much. - Çok okumaktan gözlerini zorlamıştı.

There's a deep strain of anti-intellectualism in American history. - Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.

zor
dys-
zor
straitened
zor
trick

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

It's hard to teach an old dog new tricks. - Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.

zor
constraint
zor
sticky

She helped me in a very sticky situation. - Çok zor bir durumda bana yardım etti.

zor
uphill

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

zor
ticklish
zor
subtle
zor
tricky

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

zor
a tough
zor
toughest

He looked the toughest of all the challengers. - Bütün rakiplerin en zorlusu görünüyordu.

Their car entered one of the toughest races in the world. - Onların aracı dünyadaki en zorlu yarışlardan birine girdi.

zor
tougher
zorluklar
in difficulties
zorluklar
difficulties

The great difficulties stand in the way of its achievement. - Büyük zorluklar onun başarı yolunda duruyor.

I have seen various difficulties. - Ben çeşitli zorluklar gördüm.

zor
difficult, hard
zor
compulsion, constraint, obligation, necessity: Bunu yapmak zorunda değilim. I'm not obliged to do this. Ne zorun vardı bunu yapmaya? What made you feel obliged to do this?
zor
rough

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

She had a rough childhood. - Zor bir çocukluğu vardı.

zor
main

It is hard to maintain one's reputation. - Birinin ününü sürdürmek zordur.

I didn't know I was going to have to introduce the main speaker. - Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.

zor
mean

If you don't know the meaning of the word, you have to look it up in the dictionary. - Sözcüğün anlamını bilmiyorsan sözlüğe bakmak zorundasın.

This has got to mean something. - Bu manidar olmak zorunda.

zor
stiff
zor
pressure, coercion (exerted upon a person's mind): Onları ancak zor kullanarak hizaya getirebilirsin. The only way you can get them to fall into line is to pressure them
zor
difficult, hard, troublesome, tough, stiff; difficulty; obligation, compulsion, constraint; force, strength; barely, hardly
zor
with difficulty

I escaped from the sinking boat with difficulty. - Batan tekneden zorlukla kaçtım.

I passed the examination with difficulty. - Ben sınavı zorlukla geçtim.

zor
trickish
zor
trouble, difficulty, worry, problem: Hiçbir zoru yok. He's got nothing troubling him
zor
physical violence or the threat of physical violence, force: Zoru görünce direnmekten vazgeçti. When threatened with force he stopped holding out. Beni zor kullanmaya mecbur etme! Don't make me use force!
zor
hairy
zor
formidable

Tom would be a formidable opponent. - Tom zorlu bir rakip olacaktır.

zor
barely, just. Z
zor
baffling
zor
cruel

Why do you always have to be so cruel? - Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?

zor
inconvenient

He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times. - O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.

zor
exacting
zor
bodily ailment or disorder: Zekâvet'in aklından zoru var galiba. It looks like Zekâvet's touched in the head. Hilmi'nin midesinden zoru var. Hilmi's got a stomach complaint
zor
dys
zor
bated
zor
heavy

Why do children have to carry such a heavy bag? - Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?

The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home. - Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı.

zor
imperative

It's imperative to go out. - Dışarı çıkmak zorunlu.

It is imperative for you to act at once. - Derhal hareket etmen zorunludur.

zor
{f} slog
Turkish - Turkish
Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük: "Seyfi, zorluk karşısında kalırsa, birini yakalayıp silah atmadan buraya dönecek."- S. Kocagöz
Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük
(Osmanlı Dönemi) NÜKR
(Osmanlı Dönemi) ŞERZ
Zor
teng
Zorluklar
(Osmanlı Dönemi) TELATİL
zor
Yüküm, mecburiyet: "Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu."- N. Cumalı
zor
Güçlükle, zorla: "El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı."- H. Taner
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan: "Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir."- B. Felek
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık
zor
Güçlükle, zorla
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık: "Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi, ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm."- R. N. Güntekin
zor
Yapamazsın!
zor
Yüküm, mecburiyet
zor
Baskı: "Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi."- M. Ş. Esendal
zor
Baskı
zorluk
Favorites