zorluk

listen to the pronunciation of zorluk
Turkish - English
hardship

Many have long suffered oppression and hardship under colonialism. - Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.

You have to endure a lot of hardships in life. - Hayatta birçok zorluklara katlanmak zorundasın.

difficulty

This kind of music is something that older people have difficulty understanding. - Bu tür müzik, daha yaşlı insanların anlamakta zorluk çektiği bir şeydir.

We had much difficulty in finding the bus stop. - Otobüs durağını bulmakta çok zorluk çektik.

adversity

Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him. - Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.

complexity
complication
knot
drawback
labor
centrically
hard
bother
trouble

I've been having trouble breathing. - Nefes almada zorluk çekiyorum.

Tom had trouble making friends. - Tom arkadaş edinmede zorluk çekiyordu.

uneasiness
rough
arduousness
entanglement
difficulty, hardship, arduousness, hassle
toughness
strain
rigour [Brit.]
hassle
hobble
gruelling
gaff
hardness
tightness
grueling
stumbling block
rigor
{i} fix
{i} inconvenience
austerity
difficultness
rigour
necessity
job

Tom had difficulty convincing Mary to quit her job. - Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.

Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job. - Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.

asperity
zor
difficult

He can't cope with difficult situations. - Zor durumlarla başa çıkamıyor.

It's difficult to learn a foreign language. - Yabancı dil öğrenmek zordur.

zor
troublesome
zor
tough

They made equally tough demands. - Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.

Tom knew it was going to be tough to convince Mary that she was too old to drive. - Tom Mary'nin araba süremeyecek kadar yaşlı olduğuna ikna etmenin zor olacağını biliyordu.

zor
hard

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

It's hard to learn a foreign language. - Yabancı dil öğrenmek zordur.

zorluk derecesi
difficulty level
zorluk derecesi
(Argo) hardcore
zorluk derecesi
difficulty
zorluk yaşatan
ballbreaker
zorluk çekmek
have difficulty in
zorluk çekmek
have difficulty
zorluk çıkarmak
make difficulties
zorluk çıkarıcı
obstructive
zorluk içinde
in hot water
zorluk içinde olmak
(deyim) up the creek without a paddle
zorluk içinde olmak
(deyim) be in a jam
zorluk karşısında
under difficulties
zorluk yaratmak
make difficulties
zorluk yaşamak
have a difficulty
zorluk çekme
uneasyness
zorluk çekmek
to have difficulty (in doing sth)
zorluk çıkaran
awkward
zorluk çıkaran
obstructive
zorluk çıkarma durumu
obstructiveness
zorluk çıkarmak
to make things difficult, make trouble
zorluk çıkarmak
hamper
zorluk çıkarmak
to hamper, to make difficulties
zorluk çıkarmak
fash
zorluk çıkarmak
demur
zor
{s} arduous

She went through a long and arduous vocational course. - O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.

zor
crucial
zor
uneasy; causing difficulty
zor
knotty
zor
tight

Tom found himself in a tight spot. - Tom, kendini zor bir durumda buldu.

You have to tighten those screws. - Sen o vidaları sıkmak zorundasın.

zor
{i} force

The president was forced to return to Washington. - Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.

Don't force the child to eat. - Çocuğu yemesi için zorlama.

zor
prickly
zor
barely

Tom always speaks in such a low voice that I can barely understand what he says. - Tom her zaman öyle kısık sesle konuşur ki ne söylediğini ben zar zor anlayabiliyorum.

During droughts, farmers are barely able to eke out a living. - Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.

zor
complicated

In this city finding a taxi is complicated. - Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.

It's a complicated story. - Bu anlaşılması zor bir hikaye.

zor
uneasy
zor
problematic
zor
(Kanun) virtue
zor
stringent
zor
severe

In any case, she'll have to be severely punished. - Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.

Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite. - Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.

zor
trying

I think you're trying too hard. - Bence fazla zorluyorsun.

I had a hard time trying to get this report finished on time. - Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.

zor
awkward

It's awkward for me to go to them without an invitation. - Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.

zor
hardly

I could hardly make out what she said. - Söylediği şeyi zorla anlayabildim.

Tom could hardly breathe after the race. - Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.

zor
{i} might

No matter how tired I might be, I have to work. - Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.

Try as you might, but you cannot force a belief onto someone else, much less your own self. - Ne kadar uğraşırsan uğraş, bırak başkasını, kendini bile bir şeye zorla inandıramazsın.

zor
strength

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

zorluklar
challenges

What are the biggest challenges? - En büyük zorluklar nelerdir?

We're aware of the challenges. - Biz zorlukların farkındayız.

zorluklar
rigors
zor
thorny
zor
compulsion
zor
strain

Tom's patience is being strained. - Tom'un sabrı zorlanıyor.

There's a deep strain of anti-intellectualism in American history. - Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.

zor
dys-
zor
straitened
zor
trick

It's hard to teach an old dog new tricks. - Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

zor
constraint
zor
sticky

She helped me in a very sticky situation. - Çok zor bir durumda bana yardım etti.

zor
uphill

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

zor
ticklish
zor
subtle
zor
tricky

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

zor
a tough
zor
toughest

One of the toughest things in the world to do is forgive. - Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.

Tom has the toughest job here. - Tom burada en zorlu işe sahip.

zor
tougher
zorluklar
in difficulties
zorluklar
difficulties

The great difficulties stand in the way of its achievement. - Büyük zorluklar onun başarı yolunda duruyor.

Russia is facing great financial difficulties. - Rusya büyük finansal zorluklarla karşılaşıyor.

zor
difficult, hard
zor
compulsion, constraint, obligation, necessity: Bunu yapmak zorunda değilim. I'm not obliged to do this. Ne zorun vardı bunu yapmaya? What made you feel obliged to do this?
zor
rough

You'll have a rough time. - Zor bir zaman geçireceksin.

Tom had a rough time last year. - Tom geçen yıl zor günler geçirdi.

zor
main

It is hard to maintain one's reputation. - Birinin ününü sürdürmek zordur.

I didn't know I was going to have to introduce the main speaker. - Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.

zor
mean

The teacher found it difficult to get his meaning across to the students. - Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.

I reported to him by means of an SMS that he had to stop his work as soon as possible. - En kısa sürede işi durdurmak zorunda olduğunu bir SMS aracılığıyla bildirdim.

zor
stiff
zor
pressure, coercion (exerted upon a person's mind): Onları ancak zor kullanarak hizaya getirebilirsin. The only way you can get them to fall into line is to pressure them
zor
difficult, hard, troublesome, tough, stiff; difficulty; obligation, compulsion, constraint; force, strength; barely, hardly
zor
with difficulty

They answered my questions with difficulty. - Sorularımı zorlukla yanıtladılar.

I found your house with difficulty. - Evinizi zorla buldum.

zor
trickish
zor
trouble, difficulty, worry, problem: Hiçbir zoru yok. He's got nothing troubling him
zor
physical violence or the threat of physical violence, force: Zoru görünce direnmekten vazgeçti. When threatened with force he stopped holding out. Beni zor kullanmaya mecbur etme! Don't make me use force!
zor
hairy
zor
formidable

Tom would be a formidable opponent. - Tom zorlu bir rakip olacaktır.

zor
barely, just. Z
zor
baffling
zor
cruel

Why do you always have to be so cruel? - Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?

zor
inconvenient

He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times. - O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.

zor
exacting
zor
bodily ailment or disorder: Zekâvet'in aklından zoru var galiba. It looks like Zekâvet's touched in the head. Hilmi'nin midesinden zoru var. Hilmi's got a stomach complaint
zor
dys
zor
bated
zor
heavy

The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home. - Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı.

Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us. - Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.

zor
imperative

It is imperative for you to act at once. - Derhal hareket etmen zorunludur.

It is imperative for you to finish by Sunday. - Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.

zor
{f} slog
Turkish - Turkish
Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük: "Seyfi, zorluk karşısında kalırsa, birini yakalayıp silah atmadan buraya dönecek."- S. Kocagöz
Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük
(Osmanlı Dönemi) NÜKR
(Osmanlı Dönemi) ŞERZ
Zor
teng
Zorluklar
(Osmanlı Dönemi) TELATİL
zor
Yüküm, mecburiyet: "Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu."- N. Cumalı
zor
Güçlükle, zorla: "El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı."- H. Taner
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan: "Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir."- B. Felek
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık
zor
Güçlükle, zorla
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık: "Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi, ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm."- R. N. Güntekin
zor
Yapamazsın!
zor
Yüküm, mecburiyet
zor
Baskı: "Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi."- M. Ş. Esendal
zor
Baskı
zorluk
Favorites