Many have long suffered oppression and hardship under colonialism.
- Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.
You have to endure a lot of hardships in life.
- Hayatta birçok zorluklara katlanmak zorundasın.
This kind of music is something that older people have difficulty understanding.
- Bu tür müzik, daha yaşlı insanların anlamakta zorluk çektiği bir şeydir.
We had much difficulty in finding the bus stop.
- Otobüs durağını bulmakta çok zorluk çektik.
Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him.
- Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.
I've been having trouble breathing.
- Nefes almada zorluk çekiyorum.
Tom had trouble making friends.
- Tom arkadaş edinmede zorluk çekiyordu.
Tom had difficulty convincing Mary to quit her job.
- Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.
Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job.
- Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.
He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
It's difficult to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
They made equally tough demands.
- Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary that she was too old to drive.
- Tom Mary'nin araba süremeyecek kadar yaşlı olduğuna ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
It's too hard for me.
- Bu benim için çok zordu.
It's hard to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
Tom found himself in a tight spot.
- Tom, kendini zor bir durumda buldu.
You have to tighten those screws.
- Sen o vidaları sıkmak zorundasın.
The president was forced to return to Washington.
- Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.
Don't force the child to eat.
- Çocuğu yemesi için zorlama.
Tom always speaks in such a low voice that I can barely understand what he says.
- Tom her zaman öyle kısık sesle konuşur ki ne söylediğini ben zar zor anlayabiliyorum.
During droughts, farmers are barely able to eke out a living.
- Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.
In this city finding a taxi is complicated.
- Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
I had a hard time trying to get this report finished on time.
- Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
Tom could hardly breathe after the race.
- Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.
No matter how tired I might be, I have to work.
- Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.
Try as you might, but you cannot force a belief onto someone else, much less your own self.
- Ne kadar uğraşırsan uğraş, bırak başkasını, kendini bile bir şeye zorla inandıramazsın.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
What are the biggest challenges?
- En büyük zorluklar nelerdir?
We're aware of the challenges.
- Biz zorlukların farkındayız.
Tom's patience is being strained.
- Tom'un sabrı zorlanıyor.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
It's hard to teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
One of the toughest things in the world to do is forgive.
- Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.
Tom has the toughest job here.
- Tom burada en zorlu işe sahip.
The great difficulties stand in the way of its achievement.
- Büyük zorluklar onun başarı yolunda duruyor.
Russia is facing great financial difficulties.
- Rusya büyük finansal zorluklarla karşılaşıyor.
You'll have a rough time.
- Zor bir zaman geçireceksin.
Tom had a rough time last year.
- Tom geçen yıl zor günler geçirdi.
It is hard to maintain one's reputation.
- Birinin ününü sürdürmek zordur.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
The teacher found it difficult to get his meaning across to the students.
- Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.
I reported to him by means of an SMS that he had to stop his work as soon as possible.
- En kısa sürede işi durdurmak zorunda olduğunu bir SMS aracılığıyla bildirdim.
They answered my questions with difficulty.
- Sorularımı zorlukla yanıtladılar.
I found your house with difficulty.
- Evinizi zorla buldum.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home.
- Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı.
Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us.
- Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.
It is imperative for you to act at once.
- Derhal hareket etmen zorunludur.
It is imperative for you to finish by Sunday.
- Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.