You have to go through many hardships.
- Birçok zorlukların üzerine gitmek zorundasın.
You have to endure a lot of hardships in life.
- Hayatta birçok zorluklara katlanmak zorundasın.
I passed the examination with difficulty.
- Ben sınavı zorlukla geçtim.
You'll find some difficulty carrying out the plan.
- Planı gerçekleştirmede biraz zorlukla karşılaşacaksınız.
Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him.
- Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.
Having studied Japanese, Jenny had no trouble in Japan.
- Jenny Japonca çalıştığından Japonya'da zorluk çekmedi.
Tom had trouble making friends.
- Tom arkadaş edinmede zorluk çekiyordu.
Tom had difficulty convincing Mary to quit her job.
- Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.
Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job.
- Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.
He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
It is difficult to translate a poem into another language.
- Bir şiiri başka bir dile çevirmek zordur.
My immediate boss is tough to please.
- Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.
They made equally tough demands.
- Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.
Understanding you is really very hard.
- Seni anlamak gerçekten çok zor.
It's too hard for me.
- Bu benim için çok zordu.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
I have to tighten my belt.
- Ben kemerimi sıkmak zorundayım.
Tom found himself in a tight spot.
- Tom, kendini zor bir durumda buldu.
The president was forced to return to Washington.
- Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
He barely passed the examination.
- O sınavı zorla geçti.
During droughts, farmers are barely able to eke out a living.
- Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.
Finding love in the Internet age is complicated.
- İnternet çağında aşk bulmak zordur.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
I had a hard time trying to persuade him to cancel the trip.
- Onun yolculuğu iptal etmesini ikna etmeye çalışarak zor bir zaman geçirdim.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
Tom could hardly breathe after the race.
- Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.
During hard times, people might not go on a trip, but they might be willing to pay extra for good coffee.
- Zor zamanlarda, insanlar geziye gitmek istemeyebilir fakat iyi kahve için fazla ödemeye istekli olabilirler.
If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly.
- Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
We're aware of the challenges.
- Biz zorlukların farkındayız.
We face many challenges.
- Biz birçok zorluklarla karşı karşıyayız.
He strained his eyes by reading too much.
- Çok okumaktan gözlerini zorlamıştı.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
It's hard to teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
Tom has the toughest job here.
- Tom burada en zorlu işe sahip.
Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state.
- Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.
The young men said that they would do it despite all of the difficulties.
- Genç adamlar tüm zorluklara rağmen bunu yapacaklarını söylediler.
They don't know what difficulties Tom went through in his youth.
- Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.
Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently.
- Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.
You'll have a rough time.
- Zor bir zaman geçireceksin.
It is hard to maintain one's reputation.
- Birinin ününü sürdürmek zordur.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
I reported to him by means of an SMS that he had to stop his work as soon as possible.
- En kısa sürede işi durdurmak zorunda olduğunu bir SMS aracılığıyla bildirdim.
If you don't know the meaning of the word, you have to look it up in the dictionary.
- Sözcüğün anlamını bilmiyorsan sözlüğe bakmak zorundasın.
They answered my questions with difficulty.
- Sorularımı zorlukla yanıtladılar.
I found your house with difficulty.
- Evinizi zorla buldum.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home.
- Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı.
I'm going to have a heavy day.
- Zor bir gün geçireceğim.
It's imperative that you follow the instructions carefully.
- Dikkatli bir şekilde talimatları izlemek zorundasın.
It is imperative for you to act at once.
- Derhal hareket etmen zorunludur.