You're a compulsive complainer.
- Sen zorlayıcı bir şikayetçisin.
Tom is compulsive, isn't he?
- Tom zorlayıcı, değil mi?
Tom was so out of breath that he could hardly speak.
- Tom o kadar nefessiz kaldı ki zorla nefes alabiliyordu.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
A sudden illness forced her to cancel her appointment.
- Ani bir hastalık onu randevusunu iptal etmeye zorladı.
Illness forced him to give up school.
- Hastalık onu okuldan vazgeçmesi için zorladı.
My parents pushed me to quit the baseball club.
- Anne babam beni beyzbol klübünden ayrılmaya zorladı.
Don't push your luck.
- Şansınızı zorlamayın.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
The force of the wind made it difficult to walk.
- Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.
The rioters were forcibly removed from the plaza.
- Göstericiler zorla plazadan çıkarıldılar.
Bad weather forced us to call off the picnic.
- Kötü hava pikniği iptal etmemiz için bizi zorladı.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
You can't force Tom to help Mary.
- Tom'u Mary'ye yardım etmeye zorlayamazsın.
I'm not going to force Tom to do that.
- Onu yapması için Tom'u zorlamayacağım.
They took it by force.
- Onlar onu zorla aldılar.
He took it from her by force.
- O, onu ondan zorla geri aldı.
Black people were compelled to work in cotton fields.
- Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
The examination compelled me to study hard.
- Sınav beni sıkı çalışmaya zorladı.
I'm not forcing them to pay extra.
- Ekstra ödemeleri için onları zorlamıyorum.
Nobody's forcing you to stay.
- Hiç kimse seni kalman için zorlamıyor.
Kate was obliged to read the book.
- Kate kitap okumaya zorlandı.
Tom shifted uneasily.
- Tom zorla değiştirdi.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.
- Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.
Tom claimed that the contract was invalid because he'd been coerced into signing it.
- Tom onu imzalamaya zorlanıldığı için sözleşmenin geçersiz olduğunu iddia etti.
We haven't been coerced in any way.
- Hiçbir şekilde zorlanmadık.
I was compelled to do this against my will.
- Zorla bunu yapmak için zorlandım.
Black people were compelled to work in cotton fields.
- Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.