He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
It is difficult to translate a poem into another language.
- Bir şiiri başka bir dile çevirmek zordur.
They made equally tough demands.
- Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.
My immediate boss is tough to please.
- Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
Understanding you is really very hard.
- Seni anlamak gerçekten çok zor.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
We'll just have to sit tight.
- Sadece kalkmadan oturmak zorunda olacağız.
I have to tighten my belt.
- Ben kemerimi sıkmak zorundayım.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
During droughts, farmers are barely able to eke out a living.
- Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.
I barely missed being struck.
- Çarpılmaktan zar zor kurtuldum.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
Finding love in the Internet age is complicated.
- İnternet çağında aşk bulmak zordur.
Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
I had a hard time trying to get this report finished on time.
- Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.
I have to keep trying.
- Denemeye devam etmek zorundayım.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
She hardly speaks English.
- O zar zor İngilizce konuşur.
I could hardly keep from laughing.
- Gülmemek için kendimi zor tuttum.
No matter how tired I might be, I have to work.
- Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.
It might be a pain in the neck to do this, but we have to do it.
- Bunu yapmak can sıkıcı olabilir fakat onu yapmak zorundayız.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
Tom's patience is being strained.
- Tom'un sabrı zorlanıyor.
Take care not to strain your eyes.
- Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
Their car entered one of the toughest races in the world.
- Onların aracı dünyadaki en zorlu yarışlardan birine girdi.
Tom has the toughest job here.
- Tom burada en zorlu işe sahip.
She had a rough childhood.
- Zor bir çocukluğu vardı.
You'll have a rough time.
- Zor bir zaman geçireceksin.
Hard work is the main element of success.
- Zor iş başarının ana unsurudur.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
I reported to him by means of an SMS that he had to stop his work as soon as possible.
- En kısa sürede işi durdurmak zorunda olduğunu bir SMS aracılığıyla bildirdim.
The teacher found it difficult to get his meaning across to the students.
- Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.
I found your house with difficulty.
- Evinizi zorla buldum.
We climbed up the mountain, but with difficulty.
- Biz dağa tırmandık ama zorlukla.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
Why do children have to carry such a heavy bag?
- Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?
I had to take a taxi because the heavy rain caused all the trains to stop.
- Yoğun yağış bütün trenlerin durmasına sebep olduğu için bir taksiye binmek zorunda kaldım.
It's imperative that you follow the instructions carefully.
- Dikkatli bir şekilde talimatları izlemek zorundasın.
It is imperative for you to finish by Sunday.
- Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.