It is difficult to translate a poem into another language.
- Bir şiiri başka bir dile çevirmek zordur.
It's difficult to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
My immediate boss is tough to please.
- Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary that she was too old to drive.
- Tom Mary'nin araba süremeyecek kadar yaşlı olduğuna ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
English is pretty hard, isn't it?
- İngilizce çok zor, değil mi?
Understanding you is really very hard.
- Seni anlamak gerçekten çok zor.
I have to tighten these bolts.
- Bu civatayı sıkmak zorundayım.
We'll just have to sit tight.
- Sadece kalkmadan oturmak zorunda olacağız.
I barely missed being struck.
- Çarpılmaktan zar zor kurtuldum.
He barely passed the examination.
- O sınavı zorla geçti.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
In this city finding a taxi is complicated.
- Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.
I have to keep trying.
- Denemeye devam etmek zorundayım.
It was hard to figure out what Tom was trying to say.
- Tom'un ne söylemeye çalıştığını anlamak zordu.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
Tom could hardly breathe after the race.
- Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.
I could hardly keep from laughing.
- Gülmemek için kendimi zor tuttum.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently.
- Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.
You'll have a rough time.
- Zor bir zaman geçireceksin.
It is hard to maintain one's reputation.
- Birinin ününü sürdürmek zordur.
Hard work is the main element of success.
- Zor iş başarının ana unsurudur.
No matter how tired I might be, I have to work.
- Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.
During hard times, people might not go on a trip, but they might be willing to pay extra for good coffee.
- Zor zamanlarda, insanlar geziye gitmek istemeyebilir fakat iyi kahve için fazla ödemeye istekli olabilirler.
Does this mean that we have to file bankruptcy?
- Bu iflasımızı sunmak zorunda olduğumuz anlamına mı geliyor?
The teacher found it difficult to get his meaning across to the students.
- Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.
I passed the examination with difficulty.
- Ben sınavı zorlukla geçtim.
I escaped from the sinking boat with difficulty.
- Batan tekneden zorlukla kaçtım.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
He strained his eyes by reading too much.
- Çok okumaktan gözlerini zorlamıştı.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
The force of the wind made it difficult to walk.
- Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.
Don't force the child to eat.
- Çocuğu yemesi için zorlama.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
It's hard to teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state.
- Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.
Tom has the toughest job here.
- Tom burada en zorlu işe sahip.
Why do children have to carry such a heavy bag?
- Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?
I'm going to have a heavy day.
- Zor bir gün geçireceğim.
It's imperative to go out.
- Dışarı çıkmak zorunlu.
It's imperative that you follow the instructions carefully.
- Dikkatli bir şekilde talimatları izlemek zorundasın.
Without your help, I couldn't have gotten over that difficult situation.
- Yardımın olmadan o zor durumu atlatamazdım.
He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
Tom was put on the spot.
- Tom zor durumda bırakıldı.
Sami knew he was in a tight spot.
- Sami zor durumda olduğunu biliyordu.
I found myself in a tight spot.
- Ben kendimi zor durumda buldum.
I want to leave this difficult job to her.
- Onun için bu zor işi bırakmak istiyorum.
My boss assigned the hard job to me.
- Patronum zor işi bana verdi.
Tom is a fussy eater.
- Tom zor beğenen bir yiyici.
He is a very fussy eater.
- O, zor beğenen bir yiyicidir.
Tom was put on the spot.
- Tom zor durumda bırakıldı.
Sami knew he was in a tight spot.
- Sami zor durumda olduğunu biliyordu.
I'm in a pretty pickle.
- Ben oldukça zor durumdayım.
He left me in the lurch.
- O beni zor durumda bıraktı.
A good sense of humor will help you deal with hard times.
- İyi bir espri anlayışı zor dönemlerle başa çıkmana yardımcı olacaktır.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
She stood by him whenever he was in trouble.
- Her zor durumda olduğunda o yanında oldu.