Size yarına kadar müddet veriyorum.
- Ich gebe Ihnen bis morgen Zeit.
Bu kitabı okumak için zamanım yok.
- Ich habe keine Zeit, dieses Buch zu lesen.
Kriz zamanı geçmişi idealize etmenin manası yok.
- Es ist zwecklos, in Zeiten einer Krise die Vergangenheit zu idealisieren.
Yarın bu vakitte onunla akşam yemeği yiyor olacak.
- Er wird morgen zu dieser Zeit mit ihr das Abendessen essen.
Kızınla vakit geçirip sohbet etmelisin.
- Du solltest Zeit mit deiner Tochter verbringen und dich mit ihr unterhalten.
Tüm bu zamanda ne yaptın ki sen!
- Was hast du denn die ganze Zeit gemacht!
Kriz zamanı geçmişi idealize etmenin manası yok.
- Es ist zwecklos, in Zeiten einer Krise die Vergangenheit zu idealisieren.
Zamanla insanların kitaplar gibi olduğunu anlıyorsun. Bazıları kapağı ile seni yanıltır başkaları içeriği ile seni şaşırtır.
- Mit der Zeit merkst du, dass Menschen wie Bücher sind. Einige täuschen dich mit dem Umschlag und andere überraschen dich mit ihrem Inhalt.
Zamanımız tükendiği bir sır değil.
- Es ist kein Geheimnis, dass uns die Zeit davonläuft.
Kimse zamanı geriye alamaz.
- Niemand kann die Zeit zurückstellen.
O saatlerdir yürümekteydi.
- He had been walking for hours.
Saatlerdir bekliyorum.
- I've been waiting for hours.
Saatlerdir bekliyorum.
- I've been waiting for hours.
Günde en az yedi saat uyumak zorundayız.
- We must sleep at least seven hours a day.
Senin mesai saatlerin ne?
- What are your office hours?