zamanda

listen to the pronunciation of zamanda
Turkish - English

Definition of zamanda in Turkish English dictionary

aynı zamanda
at the same time

I like him, but at the same time I don't really trust him. - Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.

Don't all speak at the same time. - Hepiniz aynı zamanda konuşmayın.

zaman
date

I've always dated older women. - Her zaman yaşlı kadınlarla flört ettim.

I once dated a girl just like Mary. - Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.

zaman
time

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

Imagine that you had a time machine. - Bir zaman makinen olduğunu hayal et.

zaman
tense

Tom says that he always feels tense when Mary is in the room. - Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.

I am always tense before I get on an airplane. - Uçağa binmeden önce her zaman gergin olurum.

zaman
moment

From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home. - Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.

Please drop in at my house when you have a moment. - Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.

zaman
hour

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa ingilizceyi çevirmek iki saatten daha fazla zamanımı aldı.

Is it possible for you to come to the office an hour earlier than usual tomorrow? - Yarın her zamankinden bir saat daha erken ofise gelmen mümkün mü?

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
size uygun gelen bir zamanda
at your convenience
yakın zamanda
newly
zaman
bout
zaman
while

He kept smoking all the while. - O her zaman sigara içmeye devam etti.

He always sings while having a shower. - O her zaman duş alırken şarkı söyler.

zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
whilst
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

Every time I hear that song, I think of my high school days. - O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

zaman
geol. era
zaman
season

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?

When will the rainy season be over? - Yağışlı sezon ne zaman bitecek?

zaman
when

When do you usually go to bed? - Genellikle ne zaman yatarsın?

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

zaman
sands
fakat aynı zamanda
but at the same time
ileriki bir zamanda
future
istenilen zamanda
at will
size uygun bir zamanda
at your convenience
sonraki bir zamanda
at a later time
zaman
reign

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
occasion

Even now there are occasional aftershocks. - Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

zaman
age

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.

Tom always makes it a rule never to ask a woman her age. - Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.

zaman
epoch
zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
period

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

The students' lunch period is from twelve to one. - Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
era
zaman
space

If geometry is the science of space, what is the science of time? - Geometri uzay bilimi ise, zaman bilimi nedir?

You can move about in all directions of Space, but you cannot move about in Time. - Neredeyse Uzayın tüm yönlerinde hareket edebilirsin ancak zaman içinde hareket edemezsin.

zaman
times

In Viking times Greenland was greener than today. - Viking zamanında, Grönland bugünkünden daha yeşildi.

There were no radios in those times. - O zamanlar hiç radyo yoktu.

zaman
duration
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
leeway
zaman
meantime
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
aynı yerde aynı zamanda
same time same place
aynı yerde aynı zamanda
at the same time, same place
en yakın zamanda
soon
yakın zamanda
in the near future

We wish to invite Peter to Japan in the near future. - Yakın zamanda Peter'ı Japonya'ya davet etmeyi istiyoruz.

zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman
of time

The event was forgotten in progress of time. - Zamanın ilerlemesiyle olay unutuldu.

It's a waste of time to stay longer. - Daha uzun kalmak zaman kaybıdır.

zaman
to time
aynı zamanda
1. at the same time, simultaneously: Alp ve Aslan aynı zamanda doğdu. Alp and Aslan were born at the same time. 2. at the same time, yet, however, nevertheless: O hafta briç turnuvasına katıldı, aynı zamanda bütün sınavlarını büyük bir başarıyla verdi. That week he played in the bridge tournament, at the same time he passed all his exams with high marks
aynı zamanda
therewithal
aynı zamanda olan
simultaneous
aynı zamanda olma
simultaneity
aynı zamanda olmayan
asynchronous
aynı zamanda yaşamış olan kimse
contemporary
başka zamanda
otherwhile
böyle bir zamanda
at such a time
en kısa zamanda
at the earliest
en kısa zamanda, mümkün olduğunca çabuk
(Askeri) as soon as possible
gelecek zamanda süreklilik
(Dilbilim) future continuous tense
hepsi aynı zamanda
all in unison
kısa zamanda
in a little while
kısa zamanda katetmek
eat up
müsait bir zamanda
in due season
ne kadar zamanda iyileşebilirim
How long will it take to recover
o zamanda
thereat
o zamanda önce
by that time
sizce en uygun zamanda
(Ticaret) at your earliest convenience
uygun bir zamanda
in due season
uygunsuz bir zamanda
at an unearthly hour
uygunsuz zamanda
untimely
yakın zamanda
1. not long ago, recently. 2. soon, in a short time
yakın zamanda olma
recency
zaman
time; age, era, epoch, period; tense; reign
zaman
year

What time of year do you usually like to spend time on the beach? - Yılın hangi zamanında genellikle sahilde zaman geçirmek istersin?

We had a lot of snow about this time last year. - Geçen yıl yaklaşık bu zaman çok fazla kar vardı.

English - English

Definition of zamanda in English English dictionary

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
Turkish - Turkish

Definition of zamanda in Turkish Turkish dictionary

ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Zaman
devran
Zaman
vakit

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

Zaman
dem
Zaman
adar
Zaman
eyn
Zaman
(Osmanlı Dönemi) AFUR
aynı zamanda
Hem de, bununla birlikte
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
zaman
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman
Dönem, devir
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
zaman
Çağ, mevsim
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit
zamanda
Favorites