zamana

listen to the pronunciation of zamana
Turkish - English

Definition of zamana in Turkish English dictionary

zaman
date

When was the last time you went on a date? - En son ne zaman biriyle çıktın?

I once dated a girl just like Mary. - Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.

zaman
time

What time will you be back? - Ne zaman geri döneceksin?

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

zamana ait
temporal
zamana ayak uyduramayan
behindhand
zamana ayak uyduran
temporizing
zamana ayak uydurmak
to keep up with the times, to move with the times, to march with the times
zamana ayak uydurmak
move with the times
zamana bağlı değişim
modulation
zamana değer
worthwhile

Reading this book was really worthwhile. - Bu kitabı okumak gerçekten zamana değerdi.

zamana göre ayarlamak
trim with the times
zamana göre verimi artırma uzmanı
time study man
zamana ihtiyacı olmak
be pinched for time
zamana sıkışmak
be rushed for time
zamana sıkışmak
be pressed for time
zamana uyan
temporizing
zamana uyan kimse
temporizer
zamana uymak
temporize
zamana uymak
to conform to the age in which one lives, move with the times, keep in step with the times
zamana uymak
to keep up with the times
zamana uyum sağlayan
timeserving
zamana yönelik izleme
(Bilgisayar,Teknik) time oriented trace
zaman sana uymazsa sen zamana uy
(Atasözü) If the times don't conform to you, then you should conform to the times
zaman
tense

It is even becoming accepted even in exam-English that that called simple future tense does not exist. - Basit gelecek zaman denilen şey İngilizce sınavında kabul edilse bile, o mevcut değildir.

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

zaman
moment

I'll talk to him at the earliest possible moment. - Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.

From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home. - Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.

zaman
hour

When I was a child, I spent many hours reading alone in my room. - Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa İngilizce çevirmek iki saatten fazla zamanımı aldı.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
zaman
bout
zaman
while

He always sings while having a shower. - O her zaman duş alırken şarkı söyler.

He kept on working all the while. - O,her zaman çalışmaya devam etti.

zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
whilst
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

I want to ask them when their wedding day is. - Ben onlara düğün günlerinin ne zaman olduğunu sormak istiyorum.

It rained heavily all day, during which time I stayed indoors. - Tüm gün şiddetli yağmur yağdı, bu zaman zarfında evde kaldım.

zaman
geol. era
zaman
season

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağışlı sezon ne zaman başlar?

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?

zaman
when

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

When will you return? - Ne zaman geri döneceksin?

zaman
sands
ayak uydurmak (zamana)
keep up with
ayak uydurmak (çağa/zamana)
keep up with
zaman
reign

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
occasion

He doesn't travel much apart from occasional business trips. - O zaman zaman iş gezilerinin dışında çok seyahat etmez.

He reads detective stories on occasion. - O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.

zaman
age

This part of the tune needs some real skill. It took me ages to learn how to play it on the piano. - Bestenin bu bölümünün biraz gerçek beceriye ihtiyacı var.Bunun piyanoda nasıl çalınacağını öğrenmek uzun zamanımı aldı.

Tom always makes it a rule never to ask a woman her age. - Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.

zaman
epoch
zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
period

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

The students' lunch period is from twelve to one. - Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
era
zaman
space

I'm sick and tired of you always parking in my space. - Her zaman benim yerime park etmenden bıktım.

You can move about in all directions of Space, but you cannot move about in Time. - Neredeyse Uzayın tüm yönlerinde hareket edebilirsin ancak zaman içinde hareket edemezsin.

zaman
times

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

There were no radios in those times. - O zamanlar hiç radyo yoktu.

zaman
duration
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
leeway
zaman
meantime
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman
of time

The event was forgotten in progress of time. - Zamanın ilerlemesiyle olay unutuldu.

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

zaman
to time
aynı zamana rastlamak
to coincide
birinci zamana ait
paleozoic
birinci zamana ait
Palaeozoic [Brit.]
bu gidiş dönüş bileti ne zamana kadar geçerli
How long is a round trip ticket good for
dığı zamana kadar
till when
eski zamana ait
pristine
gerçek zamana yakın
(Askeri) near real time
gerçek zamana yakın dağıtım
(Askeri) near real time dissemination
ikinci zamana ait
Mesozoic
o zamana kadar
by then

I'll be back by then. - O zamana kadar döneceğim.

By then, however, it was too late. - Ancak, o zamana kadar, çok geçti.

o zamana kadar
by that time

By that time I'll have already left. - O zamana kadar çoktan ayrılmış olacağım.

We will start at two o'clock if it has stopped raining by that time. - O zamana kadar yağmur durursa biz saat ikide başlayacağız.

o zamana kadar
till then

We'll just have to wait till then. - Sadece o zamana kadar beklemek zorunda kalacağız.

Not till then did I realize the danger of the situation. - O zamana kadar durumun tehlikesini fark etmedim.

taktik destek timi; harekat alanı destek timi; zamana duyarlı hedef
(Askeri) tactical support team; theater support team; time-sensitive target
zaman
time; age, era, epoch, period; tense; reign
zaman
year

What time of year do you usually like to spend time on the beach? - Yılın hangi zamanında genellikle sahilde zaman geçirmek istersin?

Ten years is a long time. - On yıl uzun bir zamandır.

zemin ve zamana uygun suited
to both the place and the time
üçüncü zamana ait
tertiary
English - English

Definition of zamana in English English dictionary

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
Turkish - Turkish

Definition of zamana in Turkish Turkish dictionary

ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Zaman
devran
Zaman
vakit

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

Zaman
dem
Zaman
adar
Zaman
eyn
Zaman
(Osmanlı Dönemi) AFUR
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
zaman
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman
Dönem, devir
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
zaman
Çağ, mevsim
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit
zamana
Favorites