yoğunlaşmak

listen to the pronunciation of yoğunlaşmak
Turkish - English
concentrate

I have to concentrate on my work. - İşim üzerine yoğunlaşmak zorundayım.

I want to concentrate on that. - Onun üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.

intensify
to become dense, to condense, to thicken; to become intense, to intensify
condense
centre [Brit.]
to become dense, densen; to become thick, thicken
to become intense, intensify; to increase, step up
thicken
zoom
center
zero in on
precipitate
(Denizbilim) condence
concentrate on

I want to concentrate on boxing. - Boks üzerine yoğunlaşmak istiyorum.

I have to concentrate on my work. - İşim üzerine yoğunlaşmak zorundayım.

become intense
centre
(Denizbilim) condensed
yoğun
intense

Tom is a very intense person. - Tom çok yoğun bir kişi.

Art is the most intense mode of individualism that the world has known. - Sanat dünyanın bildiği bireyciliğin en yoğun biçimidir.

yoğun
dense

Our plane couldn't land on account of the dense fog. - Uçağımız yoğun sis nedeniyle inemedi.

The mist was so dense that I could not see even an inch ahead. - Sis o kadar yoğundu ki bir inç önümü bile göremiyordum.

yoğun
intensive

Intensive communication between teacher and student is the key to effective teaching. - Öğretmen ve öğrenci arasındaki yoğun iletişim etkili öğretim için anahtardır.

The hospital restricts the number of visitors who can enter the intensive care unit. - Hastane yoğun bakım ünitesine girebilen ziyaretçi sayısını kısıtlıyor.

yoğun
{s} hectic

Tom had a hectic week. - Tom yoğun bir hafta geçirdi.

We have a hectic week ahead of us. - Önümüzde yoğun bir hafta var.

yoğunlaşma
condensation
yoğun
thick

We walked through thick bushes. - Biz yoğun çalılıkların arasından yürüdük.

Boil the soup down until it becomes thick. - Çorba yoğunlaşana kadar kaynatın.

yoğun
rush hour

I was caught in the rush hour. - Trafiğin en yoğun olduğu zamanda yakalandım.

If we don't hit the road soon, we'll get caught in the morning rush hour traffic. - Kısa sürede yola çıkmazsak, sabahleyin yoğun trafikte sıkışacağız.

yoğun
extensive

She was burned so extensively that her children no longer recognized her. - O kadar yoğun yandı ki çocukları onu artık tanımadı.

Extensive rainfall is expected throughout the region. - Bölgede yoğun sağanak bekleniyor.

yoğun
{s} busy

I'm very busy this week. - Ben bu hafta çok yoğunum.

I've had a very busy morning. - Çok yoğun bir sabah geçirdim.

yoğun
{s} rich
yoğunlaşma
{i} concentration
yoğun
concentrated

I concentrated all my energies on the problem. - Tüm enerjimi sorun üzerinde yoğunlaştırdım.

I concentrated my attention on the subject. - Ben, dikkatimi konuya yoğunlaştırdım.

yoğun
dense, thick; concentrated; intense, intensive, crash
yoğun
compact
yoğun
crash

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

yoğun
heavy

We took a back road to avoid the heavy traffic. - Biz yoğun trafikten kaçınmak için, bir arka yoldan gittik.

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

yoğun
intensively

We need to work more intensively and effectively. - Daha yoğun ve etkili çalışmamız gerekiyor.

Yumi is studying English intensively. - Yumi yoğun biçimde İngilizce çalışıyor.

yoğun
mass
yoğun
profound
yoğun
(Tıp) condense

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
condensed

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
packing
yoğunlaşma
concentrate

I want to concentrate on that. - Onun üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.

I'm trying to concentrate. - Yoğunlaşmaya çalışıyorum.

yoğunlaşma
(Havacılık) curing
yoğun
condensate
yoğun
deep

We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow. - Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.

yoğun
hard

John, you're working too hard. Sit down and take it easy for a while. - John, çok yoğun bir şekilde çalışıyorsun. Otur ve bir süre kendini yorma.

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

yoğunlaşma
{i} condensing
branşı doğrultusunda yoğunlaşmak
major
yoğun
pea soupy
yoğun
dense; thick
yoğun
concentrated, intense, intensive
yoğun
gross
yoğun
turbid
yoğun
stiff
yoğun
crashing
yoğun
rushhour
yoğun
keen
yoğunlaşma
thickening
yoğunlaşma
polarity
yoğunlaşma
(Nükleer Bilimler) densification
yoğunlaşma
(Nükleer Bilimler) densify
üzerinde yoğunlaşmak
zoom in on smth
Turkish - Turkish
Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek: "Atlar benekli bir yıldız alacasında, şehit cesetlerinden yoğunlaşmış bir kokuyu, kalın bir sis gibi dağıta dağıta ilerliyorlardı."- A. İlhan
Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek
tekasüf etmek
Yoğun
ağır
Yoğun
derin
Yoğun
kesif
Yoğun
sıkı
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) UKD
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) ACÜR
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır koku vb
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır
yoğun
Kaba, kalın, iri
yoğun
Şişman, iri, tombul
yoğun
Artmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Kaba, kalın, iri (elek, iğne). Şişman, iri, tombul: "İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..."- A. İlhan
yoğun
Hacmine oranla, ağırlığı çok olan, kesif
yoğun
tmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Koyu, ağır, kalın
yoğun
Dolu, sıkı, çok
yoğunlaşma
Buharın sıvı veya katı duruma geçmesi
yoğunlaşma
Yoğunlaşmak işi
yoğunlaşma
Birden çok molekülün genellikle su yitirerek bir tek moleküle dönüşmesi olayı
yoğunlaşmak
Favorites