yoğunlaşmak

listen to the pronunciation of yoğunlaşmak
Turkish - English
concentrate

I have to concentrate on my work. - İşim üzerine yoğunlaşmak zorundayım.

I want to concentrate on boxing. - Boks üzerine yoğunlaşmak istiyorum.

intensify
to become dense, to condense, to thicken; to become intense, to intensify
condense
centre [Brit.]
to become dense, densen; to become thick, thicken
to become intense, intensify; to increase, step up
thicken
zoom
center
zero in on
precipitate
(Denizbilim) condence
concentrate on

I have to concentrate on my work. - İşim üzerine yoğunlaşmak zorundayım.

I want to concentrate on that. - Onun üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.

become intense
centre
(Denizbilim) condensed
yoğun
intense

Tom is a very intense person. - Tom çok yoğun bir kişi.

It was July. The heat was intense. - Aylardan temmuzdu. Isı yoğundu.

yoğun
dense

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

The mist was so dense that I could not see even an inch ahead. - Sis o kadar yoğundu ki bir inç önümü bile göremiyordum.

yoğun
intensive

Tom is still in intensive care. - Tom hâlâ yoğun bakımda.

We need to work more intensively and effectively. - Daha yoğun ve etkili çalışmamız gerekiyor.

yoğun
{s} hectic

The daily life can be busy, hectic and sometimes overwhelming. - Günlük yaşam, yoğun, telaşlı ve bazen ezici olabilir.

Tom had a hectic week. - Tom yoğun bir hafta geçirdi.

yoğunlaşma
condensation
yoğun
thick

Boil the soup down until it becomes thick. - Çorba yoğunlaşana kadar kaynatın.

The flight was cancelled because of the thick fog. - Yoğun sis nedeniyle uçuş iptal edildi.

yoğun
rush hour

She started early in order to avoid the rush hour. - Yoğunluğa takılmamak için erken başladı.

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

yoğun
extensive

Extensive rainfall is expected throughout the region. - Bölgede yoğun sağanak bekleniyor.

She was burned so extensively that her children no longer recognized her. - O kadar yoğun yandı ki çocukları onu artık tanımadı.

yoğun
{s} busy

I have rather a busy afternoon in front of me. - Önümde oldukça yoğun bir öğleden sonram var.

I'm very busy this week. - Ben bu hafta çok yoğunum.

yoğun
{s} rich
yoğunlaşma
{i} concentration
yoğun
concentrated

Taro concentrated on memorizing English words. - Taro, İngilizce kelimeleri ezberlemek üzerinde yoğunlaştı.

She concentrated on one thing. - O bir şey üzerinde yoğunlaştı.

yoğun
dense, thick; concentrated; intense, intensive, crash
yoğun
compact
yoğun
crash

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

yoğun
heavy

We stayed home for Christmas, so as to avoid heavy traffic. - Biz yoğun trafikten kaçınmak amacıyla, Noel için evde kaldık.

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

yoğun
intensively

The cat looked intensively at him with her big, round, blue eyes. - Kedi büyük, yuvarlak, mavi gözleriyle yoğun olarak ona baktı.

We need to work more intensively and effectively. - Daha yoğun ve etkili çalışmamız gerekiyor.

yoğun
mass
yoğun
profound
yoğun
(Tıp) condense

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
condensed

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
packing
yoğunlaşma
concentrate

I'm trying to concentrate. - Yoğunlaşmaya çalışıyorum.

I want to concentrate on that. - Onun üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.

yoğunlaşma
(Havacılık) curing
yoğun
condensate
yoğun
deep

We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow. - Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.

yoğun
hard

John, you're working too hard. Sit down and take it easy for a while. - John, çok yoğun bir şekilde çalışıyorsun. Otur ve bir süre kendini yorma.

Because of the thick fog, the street was hard to see. - Yoğun sis nedeniyle, sokağı görmek zordu.

yoğunlaşma
{i} condensing
branşı doğrultusunda yoğunlaşmak
major
yoğun
pea soupy
yoğun
dense; thick
yoğun
concentrated, intense, intensive
yoğun
gross
yoğun
turbid
yoğun
stiff
yoğun
crashing
yoğun
rushhour
yoğun
keen
yoğunlaşma
thickening
yoğunlaşma
polarity
yoğunlaşma
(Nükleer Bilimler) densification
yoğunlaşma
(Nükleer Bilimler) densify
üzerinde yoğunlaşmak
zoom in on smth
Turkish - Turkish
Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek: "Atlar benekli bir yıldız alacasında, şehit cesetlerinden yoğunlaşmış bir kokuyu, kalın bir sis gibi dağıta dağıta ilerliyorlardı."- A. İlhan
Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek
tekasüf etmek
Yoğun
ağır
Yoğun
derin
Yoğun
kesif
Yoğun
sıkı
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) UKD
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) ACÜR
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır koku vb
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır
yoğun
Kaba, kalın, iri
yoğun
Şişman, iri, tombul
yoğun
Artmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Kaba, kalın, iri (elek, iğne). Şişman, iri, tombul: "İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..."- A. İlhan
yoğun
Hacmine oranla, ağırlığı çok olan, kesif
yoğun
tmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Koyu, ağır, kalın
yoğun
Dolu, sıkı, çok
yoğunlaşma
Buharın sıvı veya katı duruma geçmesi
yoğunlaşma
Yoğunlaşmak işi
yoğunlaşma
Birden çok molekülün genellikle su yitirerek bir tek moleküle dönüşmesi olayı
yoğunlaşmak
Favorites