yerlerde

listen to the pronunciation of yerlerde
Turkish - English
on surfaces
yer
location

Show me the location of your camp on this map. - Bana bu haritada kampınızın yerini gösterin.

Every year I find myself at a different location. - Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.

yer
place

You know many interesting places, don't you? - Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?

They set the time and place of the wedding. - Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.

yer
floor

It seems that the children will have to sleep on the floor. - Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.

The police found some blood on the floor. - Polisler yerde biraz kan buldular.

yer
{i} ground

After the earthquake, people stared into the deep hole in the ground in surprise. - Depremin ardından, insanlar şaşkınlıkla yerdeki derin çukura baktılar.

The soldier lay injured on the ground. - Asker yerde yaralı yatıyordu.

yerlerde sürünmek
lick the dust
yer
spot

Tom parked in his usual spot. - Tom her zamanki yerine parketti.

The police arrested the burglar on the spot. - Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.

yer
{i} terrain

Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance. - Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.

yer
{i} stand

Tom walked over to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.

Tom couldn't see the lake from where he was standing. - Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.

yer
(Bilgisayar) to
yer
{i} quarter

I eat dinner at quarter past seven. - Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.

yer
{i} where

Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year. - Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.

Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city. - Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.

muhtelif yerlerde
(Latin) passim
yer
(Bilgisayar) topo
yer
residence
yer
(Askeri) catchall
yer
housing
yer
trace

This security system allows us to trace employees movements anywhere they go. - Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.

The police looked everywhere and could find no trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.

yer
(Havacılık) spool
yer
duty

I will do my duty to the best of my ability. - Görevimi yapabildiğim en iyi şekilde yerine getireceğim.

Come what may, we must do our duty. - Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.

yer
party

Paul went to the party in place of his father. - Paul babasının yerine partiye gitti.

The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates. - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.

yer
bin

I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one. - Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.

yer
facility
yer
swatch
yer
venture
yer
point

Tom pointed to the ground. - Tom yere işaret etti.

Tom pointed to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.

yer
feature
yer
(Bilgisayar) in
yer
terrane
yer
yard
yer
employment
yer
scar

The natives are scared of this place. - Yerliler buradan korkuyorlar.

She's out there somewhere alone and scared. - O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.

yer
mark

Tom met Mary in a local flea market. - Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.

Open-air markets sell food grown on local farms. - Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.

yer
subterranean
yer
{i} whereabouts

We have no idea about his whereabouts. - Onun bulunduğu yer hakkında hiç bir fikrimiz yok.

We couldn't find out her whereabouts. - Onun bulunduğu yeri bulamadık.

yer
site

A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must. - Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.

The investigators gathered evidence from the crash site. - Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.

yer
locality
yer
situs
yer
room

Is there any room to spare in your car? - Arabanızda ayıracak yer var mı?

There was room for one person in the car. - Arabada bir kişilik yer vardı.

yer
earth

The earth is where we all live. - Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.

Water covers about 70% of the earth. - Su, yeryüzünün yaklaşık %70'ini kaplamaktadır.

yer
seat

Tom got into the driver's seat and drove off. - Tom sürücünün yerine oturdu ve uzaklaştı.

Tom showed up early so he could get a good seat. - İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.

yer
situation

If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation. - Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.

Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it? - Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?

yer
abode
yer
the land
yer
{i} slot
yer
placing
yer
place of
Yer
(Tıp) locum
basık havalı yerlerde vakit geçirmek
frowst
yasak yerlerde bulunma korkusu
(Pisikoloji, Ruhbilim) claustrophobia
yer
station

The station is situated in between the two towns. - İstasyon iki şehir arasında yer almaktadır.

Is her house anywhere near the station? - Onun evi istasyona yakın bir yerde mi?

yer
geo

Georgia is his native state. - Gürcistan onun yerli devletidir.

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

yer
(a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I've reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms
yer
place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you're to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn't a place you come to in order to amuse yourself; it's a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you'd been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa'nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha's place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house's location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can't you describe more clearly where the pain is?
yer
mark (left by something): yara yeri scar left by a wound
yer
the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground
yer
premises
yer
floor: Bebek yerde emekliyor. The baby's crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs
yer
place; location, spot, point; ground; floor; seat; space, room; situation, employment, duty; mark, scar, trace; earth
yer
platform
yer
locale
yer
space

Tom backed his car out of the parking space. - Tom arabasını park yerinden çıkardı.

In the U.S., there are more prisoners than there is jail space for them. So the prisons are overcrowded. - Amerika'da hapishanede mahkumlar için ayrılan yer mahkumlara yeterli değildir.Bu yüzden hapishaneler çok kalabalıktır.

yer
standing

Tom walked over to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.

Tom couldn't see the lake from where he was standing. - Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.

yer
area

All the seating areas are taken. - Tüm oturma yerleri tutulmuş.

I live in a remote area. - Uzak bir yerde yaşıyorum.

yer
mother earth
yer
terrain, region, area
yer
space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There's no room in the back of the bus
yer
(Askeri) geolocation code file; standard specified geographic location file
yer
importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can't be denied that this material is of importance for industry
yer
post

Instead of coming directly home, I took the long way and stopped by the post office. - Doğrudan eve gelme yerine uzun bir yol yürüdüm ve postanenin yanında durdum.

In the post office, mail is classified according to the place where it is to go. - Postanede, posta gideceği yere göre sınıflandırılır.

yer
glebe
yer
terraneous
yer
the earth, the planet earth
yer
position

Were I in your position, I would do it at once. - Yerinde olsam, onu derhal yaparım.

What would you do if you were in my position? - Yerimde olsan ne yaparsın?

yer
stead

If you can't come, send someone in your stead. - Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.

The president did not come, but sent the vice-president in his stead. - Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.

yer
locus
yer
ubiety; pew
yer
place, position (of employment)
yer
footing
yer
passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn't it?
yer
piece of land, piece of property: Kalamış'ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış
yer
lampoon

It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time. - Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.

yer
billet
yer
whither
yer
{i} ubiety
yer
whence
English - English

Definition of yerlerde in English English dictionary

yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
Yer is used in written English to represent the word `you' when it is pronounced informally. I bloody told yer it would sell. your or you
yer
Ere; before
yer
pron. (Informal) your
yer
{e} ere; before (Archaic)
yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
Turkish - Turkish

Definition of yerlerde in Turkish Turkish dictionary

Yer
nokta
Yer
(Hukuk) MAHAL
Yer
(Osmanlı Dönemi) RİMM
Yer
(Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
Yer
(Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
Yer
yan
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Yer yuvarı, yerküre, dünya
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle: "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır."- R. N. Güntekin
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
yer
Durum, konum
yer
Ülke, bölge
yer
Önem
yer
Durum, konum, vaziyet
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban: "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu."- H. Taner
yer
Görev, makam
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
yer
İz
yer
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye: "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi."- H. Taner
yer
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan. İz. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
(Osmanlı Dönemi) mekân
yerlerde
Favorites