He was obsessed with the idea of travelling to exotic locations.
- O egzotik yerlere seyahat etme fikrine saplantılıydı.
Elite soldiers might be trained in secret locations.
- Seçkin askerler gizli yerlerde eğitilebilir.
Show me the location of your camp on this map.
- Bana bu haritada kampınızın yerini gösterin.
Every year I find myself at a different location.
- Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.
In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday.
- Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.
You know many interesting places, don't you?
- Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?
The doll lay on the floor.
- Bebek yerde yatıyordu.
I spilled egg on the floor.
- Yumurtayı yere döktüm.
This park used to be a hunting ground for a noble family.
- Bu park asil bir aile için bir avlanma yeriydi.
I tripped over a stone and fell to the ground.
- Bir taşa takıldım ve yere düştüm.
The police arrested the burglar on the spot.
- Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.
Tom parked in his usual spot.
- Tom her zamanki yerine parketti.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
Where there's smoke there's fire.
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city.
- Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.
We visited the historic sites of the country.
- Ülkenin tarihi yerlerini ziyaret ettik.
The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
Come what may, we must do our duty.
- Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.
Try to fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmeye çalış.
Paul went to the party in place of his father.
- Paul babasının yerine partiye gitti.
A party is a good place to make friends with other people.
- Parti başka insanlarla arkadaş olmak için elverişli bir yerdir.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
I assume that at some point Tom will just give up.
- Sanırım Tom bir yerde vazgeçecektir.
Tom pointed to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.
The natives are scared of this place.
- Yerliler buradan korkuyorlar.
This is a very scary place.
- Bu çok korkutucu bir yer.
Open-air markets sell food grown on local farms.
- Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.
Markku joined the local football club.
- Markku yerel futbol kulübüne katıldı.
We couldn't find out her whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bulamadık.
I don't know his whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bilmiyorum.
This site is ideal for our house.
- Bu yer bizim ev için idealdir.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
- Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
Is there any room to spare in your car?
- Arabanızda ayıracak yer var mı?
You must make room for the television.
- Televizyon için yer açmalısın.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
In the beginning God created the heaven and the earth.
- Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
Tom saved Mary a seat.
- Tom Mary'ye bir yer ayırdı.
Tom got into the driver's seat and drove off.
- Tom sürücünün yerine oturdu ve uzaklaştı.
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
There is a large parking lot in front of the station.
- İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.
The office where my father works is near the station.
- Babamın çalıştığı yer istasyonun yakınındadır.
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
In the U.S., there are more prisoners than there is jail space for them. So the prisons are overcrowded.
- Amerika'da hapishanede mahkumlar için ayrılan yer mahkumlara yeterli değildir.Bu yüzden hapishaneler çok kalabalıktır.
Tom backed his car out of the parking space.
- Tom arabasını park yerinden çıkardı.
We're out of chairs. Would you mind eating while standing up?
- Sandalyemiz yok. Ayakta dururken yer misin?
Tom walked over to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.
I live in a remote area.
- Uzak bir yerde yaşıyorum.
Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas.
- Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.
Instead of coming directly home, I took the long way and stopped by the post office.
- Doğrudan eve gelme yerine uzun bir yol yürüdüm ve postanenin yanında durdum.
Instead of posting here, use Twitter.
- Buraya posta gönderme yerine Twitter'ı kullan.
Put yourself in my position.
- Kendini benim yerime koy.
All the players were in position.
- Bütün oyuncular yerlerindeydi.
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.