yerine

listen to the pronunciation of yerine
Turkish - English
instead of

I stayed at home all day instead of going to work. - İşe gitmek yerine bütün gün evde kaldım.

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

instead of, in (someone's) stead, in place of; in lieu of: Ali, Veli'nin yerine gitti. Ali went in Veli's place. Bundan sonra fındık yerine çay yetiştireceğiz. From now on we're going to raise tea instead of hazelnuts
back
on behalf of
pro-
in the place of
name
inside of
in the name of
on lieu of
(Bilgisayar) with
(Dilbilim) allegory
by way of something
rather than
instead

Go out and breathe some fresh air instead of watching TV. - Televizyon seyretmek yerine, dışarıya çıkıp biraz temiz hava al.

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

in lieu
(Hukuk) behalf
vice

The president did not come, but sent the vice-president in his stead. - Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.

instead of, in place of, in sb's/sth's stead, in lie (of sth); instead; for
in lieu of
on behalf of, for (someone); in the name of (someone)
in place of

He attended the meeting in place of his boss. - Patronunun yerine toplantıya katıldı.

Paul went to the party in place of his father. - Paul babasının yerine partiye gitti.

in return for
sooner than
for

As for me, instead of trying to be a cool, international man, I would like to be an open-minded earth person. - Bana gelince, uluslar arası klas bir insan olmaya çabalamak yerine, açık fikirli bir dünya insanı olmak istiyorum.

I prefer to buy domestic rather than foreign products. - Yabancı ürünler yerine yerli ürünler almayı için tercih ederim.

in stead
in replacement of
lieu in
ınstead of
as a substitute
instar
yerine getirmek
carry out

You should do your best to carry out your promises. - Sözlerinizi yerine getirmek için elinizden gelenin en iyisini yapmalısınız.

yerine getirmek (plan vb'ni)
implement
yerine koymak
replace

We haven't been able to find anyone to replace Tom. - Tom'un yerine koymak için herhangi birisini bulamıyoruz.

We haven't been able to find anyone to replace Tom. - Tom'un yerine koymak için birisini bulamıyoruz.

yerine geçmek
replace
yerine getirmek
fulfill

You are here in order to fulfill my commands. - Sen benim emirlerimi yerine getirmek için buradasın.

I only went to the party to fulfill my societal obligations. - Ben sadece benim toplumsal yükümlülüklerimi yerine getirmek için partiye gittim.

yerine geçmek
substitute
yerine getirmek
perform

It is one thing to promise, and another to perform. - Söz vermek bir şeydir, ve diğeri yerine getirmektir.

yerine getirmek
fulfil

My teacher encouraged me to fulfill my ambitions. - Öğretmenim emellerimi yerine getirmek için beni teşvik etti.

He sacrificed his health to fulfill his duty. - O, görevini yerine getirmek için sağlığını feda etti.

yeni yerine geçmek
relocate
yer
location

She asked about the location of the house. - O, evin yerini sordu.

Please tell me your location. - Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.

yer
place

I don't think television will take the place of books. - Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.

In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday. - Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.

yer
floor

It seems that the children will have to sleep on the floor. - Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.

I spilled egg on the floor. - Yumurtayı yere döktüm.

yer
{i} ground

After the earthquake, people stared into the deep hole in the ground in surprise. - Depremin ardından, insanlar şaşkınlıkla yerdeki derin çukura baktılar.

In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth. - Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.

yerine getirme
implement
yerine getirmek
meet
yerine getirme
implementation
yerine geçen kimse
surrogate
yerine getirmek
accomplish
yerine getirme
countercoil
yerine getirme
effecting
yerine getirme
effectuation
yerine getirme
keeping
yerine getirme
performance
yerine getirme
observance
yerine getirme
effectuating
yerine getirme
(Askeri) counterrecoil
yerine getirme
discharge
yerine getirme
fulfilment
yerine getirme
exercising
yerine getirme
pursuance
yerine getirmek
a) to fulfil, to fulfill, to perform, to carry out, to carry through, to implement b) to meet
yerine geçirmek
substitute
yerine geçmek
a) to replace, to supersede, to supplant b) to substitute sb c) to displace d) to go on
yerine koyma
taxis
yerine koymak
put back
yerine kullanmak
substitute
yerine getirme
exercise
yerine gelme
countercoil
yerine getiren
enforcer
yerine getirilmesi
fulfillment of
yerine getirme
(Hukuk) fulfillment, implementation
yerine getirme
acquittal
yerine getirme
fulfillment
yerine getirme
execution
yerine getirme
redemption
yerine getirme
consummation
yerine getirme
administration
yerine getirmek
administer
yerine getirmek
execute (a task)
yerine getirmek
bring (something) back
yerine getirmek
carry out (a task)
yerine getirmek
perform (a task)
yerine getirmek
exercise
yerine getirmek
consummate
yerine getirmek
doest
yerine getirmek
make something good
yerine getirmek
fill
yerine getirmek
grant
yerine getirmek
(Kanun) accede
yerine getirmek
keep
yerine getirmek
doeth
yerine getirmek
enforce
yerine getirmek (bir adeti)
observe
yerine getirmek (vaat)
redeem
yerine geçen
(Bilgisayar) substitution
yerine geçen
(Gıda) substitute

The teacher who substituted for professor Rosa is from Argentina. - Profesör Rosa'nın yerine geçen öğretmen Arjantinlidir.

yerine geçen
successor
yerine geçerek
prevailing
yerine geçirme
supplant
yerine geçme
displacement
yerine geçme
prevailing
yerine geçme
(Tıp) substitute
yerine geçmek
go on
yerine geçmek
take somebody's place
yerine geçmek
prevail
yerine geçmek
substitute somebody
yerine geçti
(Bilgisayar) superseded
yerine göre
it depends
yerine göre
depends
yerine göre
conditionally
yerine göre
according to
yerine koyarak
substituting
yerine koyma
substitute
yerine koyma
reset
yerine koyma
(Ticaret) replenishment
yerine koyma
substituting
yerine koyma
placing
yerine koyma
laying
yerine koyma
placement
yerine koymak
substitute for

It's a word I'd like to find a substitute for. - Bu yerine koymak için bulmak istediğim bir kelime.

yerine koymak
put something back
yerine koymak
put something away
yerine koymak
put in position
yerine koymak
put away
yerine oturmak
sit down
yerine oturtmak (kırık)
reduce
yerine takma
(Mekanik) installation
yerine koyma
substitution
yerine geçme
substitution
yerine koymak
1. Put something away, put something back2: Take for 3. Substitute
yerine koymak
case
yerine bakmak
(deyim) do duty for
yerine bakmak
hold the fort
yerine bakmak
act for somebody
yerine bakmak
act for smb
yerine başka bir şey koyarak iptal etme
supersession
yerine başkasını koymak
(Hukuk) to replace
yerine dizge
alternate system
yerine dönmek
go back to one's place
yerine dönmek
return to one's place
yerine gelmek
recover
yerine gerilme
alternating stress
yerine getireme
inexecution
yerine getiren
performer
yerine getiren adli makam
(Hukuk) executing judicial authority
yerine getiren üye devlet
(Hukuk) executing Member State
yerine getirilmemiş
unsatisfied
yerine getirilmemiş
unfilled
yerine getirilmemiş
unredeemed
yerine getirilmemiş
unperformed
yerine getirilmemiş
outstanding
yerine getirilmemiş
unfulfilled
yerine getirilmemiş talep
back demand
yerine getirilmesi gereken
implementary
yerine getirilmiş
(Hukuk) served
yerine getirmek
carry through
yerine getirmek
redeem
yerine getirmek
implement
yerine getirmek
acquit oneself
yerine getirmek
satisfy
yerine getirmek
serve
yerine getirmek
complete
yerine getirmek
observe
yerine getirmek
discharge
yerine getirmek
stick to
yerine getirmek
answer
yerine getirmek
(Hukuk) carry out, enforce, to perform
yerine getirmek
put in force
yerine getirmek
settle
yerine getirmek
execute
yerine getirmek
make good
yerine getirmek (sözü)
make good on
yerine getirmeme
non-performance
yerine getirmeme
violation
yerine getirmeme
inobservance
yerine getirmemek
go back on
yerine getirmemek
draw back
yerine getirmeyi reddetmek
(Hukuk) refuse to execute
yerine geçen
pro

The teacher who substituted for professor Rosa is from Argentina. - Profesör Rosa'nın yerine geçen öğretmen Arjantinlidir.

yerine geçen kimse
supply
yerine geçen kimse
substitute
yerine geçen kimse
incomer
yerine geçen kimse
replacement
yerine geçilebilir
replaceable
yerine geçirme
supersession
yerine geçirmek
subrogate
yerine geçme
supersession
yerine geçme
substitution, displacement
yerine geçmek
succeed
yerine geçmek
supplant
yerine geçmek
displace
yerine geçmek
take smb.'s place
yerine geçmek
sub
yerine geçmek
supersede
yerine geçmek
take the place of
yerine geçmek
(for one person or thing) to take the place of
yerine geçmek
subrogate
yerine geçmek
stand for
yerine geçmek için ölümünü beklemek
wait for a dead man's shoes
yerine kaldırmak
stow away
yerine koyma
implantation
yerine koyma
replacement
yerine koyma
bestowal
yerine koymak
bestow
yerine koymak
spot
yerine koymak
clap
yerine koymak
a) to put sth away, to put sth back b) to take sb for c) to substitute
yerine koymak
put up
yerine koymak
slot into
yerine koymak
replace , substitute
yerine koymak
relay
yerine koymak
posit
yerine koymamak
mislay
yerine koyucu
(Jeoloji) placer
yerine oturmak
to sit down
yerine oturtma
reduction
yerine oturtma
seating
yerine oturtmak
slot
yerine oturtmak
seat
English - English

Definition of yerine in English English dictionary

yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
Yer is used in written English to represent the word `you' when it is pronounced informally. I bloody told yer it would sell. your or you
yer
Ere; before
yer
pron. (Informal) your
yer
{e} ere; before (Archaic)
yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
Turkish - Turkish
Bir şeyin veya bir kimsenin yerini almak üzere
Bir şeyin veya bir kimsenin yerini almak üzere: "Bana haftalık yerine gündelik ver."- R. N. Güntekin
Başkasının adına: "Nitekim o gün eksiltmeye kendi yerine onu yollamıştı."- H. Taner
Başkasının adına
yerli yerine
Kendine ait olan yere
Yer
nokta
Yer
(Hukuk) MAHAL
Yer
(Osmanlı Dönemi) RİMM
Yer
(Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
Yer
(Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
Yer
yan
Yerine getirme
(Hukuk) İNFAZ
Yerine getirme
isaf
Yerine getirmek
(Hukuk) İS'AF ETMEK
Yerine getirmek
kılmak
Yerine geçmek
kaim olmak
Yerine koymak
ikame etmek
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Yer yuvarı, yerküre, dünya
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle: "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır."- R. N. Güntekin
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
yer
Durum, konum
yer
Ülke, bölge
yer
Önem
yer
Durum, konum, vaziyet
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban: "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu."- H. Taner
yer
Görev, makam
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
yer
İz
yer
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye: "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi."- H. Taner
yer
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan. İz. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
(Osmanlı Dönemi) mekân