Every year I find myself at a different location.
- Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.
I prefer a quieter, even boring, location for our next meeting.
- Bir sonraki buluşmamız için daha sessiz, hatta sıkıcı bir yeri tercih ederim.
They set the time and place of the wedding.
- Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.
You know many interesting places, don't you?
- Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?
I spilled egg on the floor.
- Yumurtayı yere döktüm.
The doll lay on the floor.
- Bebek yerde yatıyordu.
The soldier lay injured on the ground.
- Asker yerde yaralı yatıyordu.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
The police arrested the burglar on the spot.
- Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.
Tom parked in his usual spot.
- Tom her zamanki yerine parketti.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday.
- Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.
Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city.
- Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.
Come what may, we must do our duty.
- Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.
You must fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmelisin.
The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates.
- Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.
I'm really glad you decided to come to our party instead of staying at home.
- Evde kalma yerine partimize gelmenize karar verdiğinize gerçekten memnun oldum.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
Tom pointed to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.
His speech was to the point.
- Onun konuşması tam yerindeydi.
This is a very scary place.
- Bu çok korkutucu bir yer.
The natives are scared of this place.
- Yerliler buradan korkuyorlar.
Open-air markets sell food grown on local farms.
- Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.
Tom met Mary in a local flea market.
- Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.
Parents should monitor their children's whereabouts.
- Anne ve babalar, çocuklarının bulunduğu yerleri izlemelidir.
We couldn't find out her whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bulamadık.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
- Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
This site is ideal for our house.
- Bu yer bizim ev için idealdir.
Is there any room to spare in your car?
- Arabanızda ayıracak yer var mı?
She made room for an old lady.
- O yaşlı bir bayana yer açtı.
In the beginning God created the heaven and the earth.
- Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
Tom saved Mary a seat.
- Tom Mary'ye bir yer ayırdı.
Tom showed up early so he could get a good seat.
- İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
He took the video to a local TV station.
- Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.
There is a large parking lot in front of the station.
- İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
Tom backed his car out of the parking space.
- Tom arabasını park yerinden çıkardı.
Tom was angry at Mary because she parked in his space.
- Tom Mary'ye onun yerine park ettiği için kızgındı.
We're out of chairs. Would you mind eating while standing up?
- Sandalyemiz yok. Ayakta dururken yer misin?
Tom pointed to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.
All the seating areas are taken.
- Tüm oturma yerleri tutulmuş.
Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas.
- Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.
The post office is located in the center of the town.
- Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.
In the post office, mail is classified according to the place where it is to go.
- Postanede, posta gideceği yere göre sınıflandırılır.
Put yourself in my position.
- Kendini benim yerime koy.
What would you do if you were in my position?
- Yerimde olsan ne yaparsın?
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.