yerin

listen to the pronunciation of yerin
Turkish - English

Definition of yerin in Turkish English dictionary

yer
location

Every year I find myself at a different location. - Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.

I prefer a quieter, even boring, location for our next meeting. - Bir sonraki buluşmamız için daha sessiz, hatta sıkıcı bir yeri tercih ederim.

yer
place

They set the time and place of the wedding. - Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.

You know many interesting places, don't you? - Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?

yer
floor

I spilled egg on the floor. - Yumurtayı yere döktüm.

The doll lay on the floor. - Bebek yerde yatıyordu.

yer
{i} ground

The soldier lay injured on the ground. - Asker yerde yaralı yatıyordu.

In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth. - Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.

Yerin etkin çapı
effective radius of the Earth
yerin altında
underground
yerin altında
below ground
yerin dibine batırmak
mortify
yerin dibine geçirmek
mortify
yerin dibine geçmek
(deyim) feel cheap
yerin dibine geçmek
feel like 30 cents
yerin dibine sokmak
disgrace
yerin hali
(Meteoroloji) ground
yerin kulağı vardır
walls have ears
Yerin kulağı var
Walls have ears
yerin derinliklerinde kayalaşmış
plutonic
yerin dibine geçirmek
to mortify
yerin dibine geçmek
to feel like 30 cents
yerin dibine geçmek/batmak/girmek
to feel very ashamed, feel like sinking through the floor or into the ground
yerin dibine girmek
(deyim) feel small
yerin dibine girmek
(deyim) feel cheap like thirty cents
yerin dibine girmek
(deyim) feel like thirty cents
yerin dibine girmek
(deyim) curl up and die
yerin dibine sokma
revilement
yerin dibine sokmak
call down
yerin gölgesi
earth's shadow
yerin görülme derecesi
(Havacılık) ground visibility
yerin yarı gölgesi
(Astronomi) penumbra of the earth
yer
spot

The police arrested the burglar on the spot. - Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.

Tom parked in his usual spot. - Tom her zamanki yerine parketti.

yer
{i} terrain

Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance. - Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.

yer
{i} stand

Stand where you are or I'll kill you. - Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.

Stand where you are or I'll kill you. - Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.

yer
(Bilgisayar) to
yer
{i} quarter

I eat dinner at quarter past seven. - Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.

yer
{i} where

In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday. - Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.

Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city. - Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.

başımın üstünde yerin var
(Ev ile ilgili) by all means you can stay in here
başımın üstünde yerin var
(Ev ile ilgili) by all means you can stay
başımın üstünde yerin var
(Ev ile ilgili) you are most welcome
başımın üstünde yerin var
(Ev ile ilgili) latch string is always out
başımın üstünde yerin var
(Ev ile ilgili) you are more than welcome
başımın üstünde yerin var
(Ev ile ilgili) you are always welcome here
yer
(Bilgisayar) topo
yer
residence
yer
(Askeri) catchall
yer
housing
yer
trace

This security system allows us to trace employees movements anywhere they go. - Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.

The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.

yer
(Havacılık) spool
yer
duty

Come what may, we must do our duty. - Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.

You must fulfill your duty. - Görevini yerine getirmelisin.

yer
party

The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates. - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.

I'm really glad you decided to come to our party instead of staying at home. - Evde kalma yerine partimize gelmenize karar verdiğinize gerçekten memnun oldum.

yer
bin

I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one. - Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.

yer
facility
yer
swatch
yer
venture
yer
point

Tom pointed to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.

His speech was to the point. - Onun konuşması tam yerindeydi.

yer
feature
yer
(Bilgisayar) in
yer
terrane
yer
yard
yer
employment
yer
scar

This is a very scary place. - Bu çok korkutucu bir yer.

The natives are scared of this place. - Yerliler buradan korkuyorlar.

yer
mark

Open-air markets sell food grown on local farms. - Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.

Tom met Mary in a local flea market. - Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.

yer
subterranean
yer
{i} whereabouts

Parents should monitor their children's whereabouts. - Anne ve babalar, çocuklarının bulunduğu yerleri izlemelidir.

We couldn't find out her whereabouts. - Onun bulunduğu yeri bulamadık.

yer
site

Dan sent the machines to a site where they would be dismantled. - Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.

This site is ideal for our house. - Bu yer bizim ev için idealdir.

yer
locality
yer
situs
yer
room

Is there any room to spare in your car? - Arabanızda ayıracak yer var mı?

She made room for an old lady. - O yaşlı bir bayana yer açtı.

yer
earth

In the beginning God created the heaven and the earth. - Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.

In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth. - Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.

yer
seat

Tom saved Mary a seat. - Tom Mary'ye bir yer ayırdı.

Tom showed up early so he could get a good seat. - İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.

yer
situation

Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it? - Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?

If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation. - Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.

yer
abode
yer
the land
yer
{i} slot
yer
placing
yer
place of
Yer
(Tıp) locum
bir yerin yerlisi
autochthon
bu yerin adı ne
What's the name of this place
utancından yerin dibine geçmek
to feel cheap, to feel like 30 cents
yer
station

He took the video to a local TV station. - Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.

There is a large parking lot in front of the station. - İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.

yer
geo

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

Georgia is his native state. - Gürcistan onun yerli devletidir.

yer
(a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I've reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms
yer
place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you're to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn't a place you come to in order to amuse yourself; it's a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you'd been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa'nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha's place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house's location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can't you describe more clearly where the pain is?
yer
mark (left by something): yara yeri scar left by a wound
yer
the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground
yer
premises
yer
floor: Bebek yerde emekliyor. The baby's crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs
yer
place; location, spot, point; ground; floor; seat; space, room; situation, employment, duty; mark, scar, trace; earth
yer
platform
yer
locale
yer
space

Tom backed his car out of the parking space. - Tom arabasını park yerinden çıkardı.

Tom was angry at Mary because she parked in his space. - Tom Mary'ye onun yerine park ettiği için kızgındı.

yer
standing

We're out of chairs. Would you mind eating while standing up? - Sandalyemiz yok. Ayakta dururken yer misin?

Tom pointed to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.

yer
area

All the seating areas are taken. - Tüm oturma yerleri tutulmuş.

Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas. - Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.

yer
mother earth
yer
terrain, region, area
yer
space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There's no room in the back of the bus
yer
(Askeri) geolocation code file; standard specified geographic location file
yer
importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can't be denied that this material is of importance for industry
yer
post

The post office is located in the center of the town. - Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.

In the post office, mail is classified according to the place where it is to go. - Postanede, posta gideceği yere göre sınıflandırılır.

yer
glebe
yer
terraneous
yer
the earth, the planet earth
yer
position

Put yourself in my position. - Kendini benim yerime koy.

What would you do if you were in my position? - Yerimde olsan ne yaparsın?

yer
stead

If you can't come, send someone in your stead. - Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.

The president did not come, but sent the vice-president in his stead. - Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.

yer
locus
yer
ubiety; pew
yer
place, position (of employment)
yer
footing
yer
passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn't it?
yer
piece of land, piece of property: Kalamış'ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış
yer
lampoon

It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time. - Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.

yer
billet
yer
whither
yer
{i} ubiety
yer
whence
English - English

Definition of yerin in English English dictionary

yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
Yer is used in written English to represent the word `you' when it is pronounced informally. I bloody told yer it would sell. your or you
yer
Ere; before
yer
pron. (Informal) your
yer
{e} ere; before (Archaic)
yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
Turkish - Turkish

Definition of yerin in Turkish Turkish dictionary

Yer
nokta
Yer
(Hukuk) MAHAL
Yer
(Osmanlı Dönemi) RİMM
Yer
(Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
Yer
(Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
Yer
yan
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Yer yuvarı, yerküre, dünya
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle: "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır."- R. N. Güntekin
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
yer
Durum, konum
yer
Ülke, bölge
yer
Önem
yer
Durum, konum, vaziyet
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban: "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu."- H. Taner
yer
Görev, makam
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
yer
İz
yer
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye: "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi."- H. Taner
yer
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan. İz. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
(Osmanlı Dönemi) mekân
yerin
Favorites