Please tell me your location.
- Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.
Every year I find myself at a different location.
- Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.
They set the time and place of the wedding.
- Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.
I don't think television will take the place of books.
- Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.
I felt the floor shake.
- Yerin sallandığını hissettim.
The doll lay on the floor.
- Bebek yerde yatıyordu.
The soldier lay injured on the ground.
- Asker yerde yaralı yatıyordu.
After the earthquake, people stared into the deep hole in the ground in surprise.
- Depremin ardından, insanlar şaşkınlıkla yerdeki derin çukura baktılar.
You're parked in my spot.
- Benim yerime park ettin.
Tom parked in his usual spot.
- Tom her zamanki yerine parketti.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
Tom walked over to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year.
- Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.
His dog follows him wherever he goes.
- Köpeği her yerde onu gittiği yerden takip eder.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.
I will do my duty to the best of my ability.
- Görevimi yapabildiğim en iyi şekilde yerine getireceğim.
Try to fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmeye çalış.
The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates.
- Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.
A party is a good place to make friends with other people.
- Parti başka insanlarla arkadaş olmak için elverişli bir yerdir.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
Tom pointed to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.
Tom pointed to the ground.
- Tom yere işaret etti.
The natives are scared of this place.
- Yerliler buradan korkuyorlar.
This is a very scary place.
- Bu çok korkutucu bir yer.
Markku joined the local football club.
- Markku yerel futbol kulübüne katıldı.
On your marks, get set, go!
- Yerlerinize... Hazır... Başla!
We couldn't find out her whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bulamadık.
Parents should monitor their children's whereabouts.
- Anne ve babalar, çocuklarının bulunduğu yerleri izlemelidir.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
- Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must.
- Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.
There was room for one person in the car.
- Arabada bir kişilik yer vardı.
There is no room to doubt that he is a gifted artist.
- Onun yetenekli bir sanatçı olduğundan şüphe etmeye yer yok.
In the beginning God created the heaven and the earth.
- Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
Tom saved Mary a seat.
- Tom Mary'ye bir yer ayırdı.
I was ushered to my seat.
- Beni yerime götürdüler.
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
The office where my father works is near the station.
- Babamın çalıştığı yer istasyonun yakınındadır.
The station is situated in between the two towns.
- İstasyon iki şehir arasında yer almaktadır.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
In the U.S., there are more prisoners than there is jail space for them. So the prisons are overcrowded.
- Amerika'da hapishanede mahkumlar için ayrılan yer mahkumlara yeterli değildir.Bu yüzden hapishaneler çok kalabalıktır.
Tom backed his car out of the parking space.
- Tom arabasını park yerinden çıkardı.
We're out of chairs. Would you mind eating while standing up?
- Sandalyemiz yok. Ayakta dururken yer misin?
There was standing room only in the Regional Express to Nuremberg.
- Sadece, Nürnberg Bölgesel Ekspres treninde ayakta duracak yer vardı.
I live in a remote area.
- Uzak bir yerde yaşıyorum.
Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas.
- Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.
The post office is located in the center of the town.
- Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.
Instead of coming directly home, I took the long way and stopped by the post office.
- Doğrudan eve gelme yerine uzun bir yol yürüdüm ve postanenin yanında durdum.
What would you do if you were in my position?
- Yerimde olsan ne yaparsın?
Put yourself in my position.
- Kendini benim yerime koy.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.