yakınmak

listen to the pronunciation of yakınmak
Turkish - English
complain

He has nothing to complain about. - Yakınmak için hiçbir nedeni yok.

Sami likes to complain about everything. - Sami her şey hakkında yakınmaktan hoşlanır.

grizzle
grumble
bemoan
to complain, to grumble, to grouse, to grouch, to gripe şikâyet etmek
rail
kick
to apply (henna, a plaster, a blister, a cautery) to
beef
belly
gripe
grouch
repine
complain about

He has nothing to complain about. - Yakınmak için hiçbir nedeni yok.

Sami likes to complain about everything. - Sami her şey hakkında yakınmaktan hoşlanır.

grouse
(deyim) enter a protest
snivel
whine
complain of
rail against
yammer
remonstrate
wail
yakın
close

Where is the closest train station? - En yakın tren istasyonu nerede?

Where's the closest drugstore? - En yakın eczane nerede?

yakın
(İnşaat) near

He lived in a small town nearby. - Yakınlardaki küçük bir kasabada yaşıyordu.

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

yakın
recent

I was recently in an automobile accident. - Yakın zamanda bir araba kazası geçirdim.

I haven't been in contact with Mr. Smith recently. - Yakın zamanda Bay Smith ile görüşmedim.

yakın
adjacent
yakın
intimate

Tom was intimate with Mary. - Tom'un Mary'yle yakın ilişkisi vardı.

Sami and Layla were having an intimate relationship. - Sami ve Leyla yakın bir ilişki yaşıyorlardı.

yakın
akin
yakın
pending
yakın
(Hukuk) imminent

We think Tom might be in imminent danger. - Tom'un yakın tehlikede olabileceğini düşünüyoruz.

yakın
immediate

Only immediate family members attended Tom and Mary's wedding. - Sadece yakın aile bireyleri Tom ve Mary'nin düğününe katıldı.

The nuclear family is a young prejudice; in fact, families have only been built around the few immediate members in the last 50 or 60 years of relative wealth. - Çekirdek aile genç bir önyargıdır; aslında, aileler sadece göreli zenginliğin son 50 ya da 60 yılı içinde birkaç yakın üyenin etrafında inşa edilmiştir.

yakın
approximate

This is all very approximate. - Bunun hepsi çok yakın.

Åle, the world's oldest eel, just died. He was approximately 150 years old. - Dünyanın en yaşlı yılan balığı Åle yakın zamanda öldü. Yaklaşık olarak 150 yaşındaydı.

yakın
{i} relative

Tom is a close relative of mine. - Tom benim yakın bir akrabam.

Tom and Mary are close relatives. - Tom ve Mary yakın akrabadırlar.

yakın
connected
yakın
connate
yakın
(Biyokimya) proximal
yakın
close to

Tom didn't know that Mary's house was so close to John's. - Tom, Mary'nin evinin John'unkine çok yakın olduğunu bilmiyordu.

In retrospect, it may seem obvious that we shouldn't have been burning our trash so close to our house. - Geçmişe bakıldığında, çöplerimizi evlerimize çok yakın yakmamamız gerektiği apaçık ortadadır.

yakınma
gripe
yakınma
complaint

I don't have any complaints. - Benim herhangi bir yakınmam yok.

I'm tired of your endless complaints. - Ben senin bitmeyen yakınmalarından bıktım.

yakın
familiar

Layla grew up in Arabia and was very familiar with camels. - Leyla, Arabistan'da büyüdü ve develerle çok yakındı.

I wouldn't permit such familiarity. - Ben böyle yakınlığa izin vermezdim.

yakın
para

His paralysis is progressing, and soon he won't be able to get out of bed. - Onun felci ilerliyor ve yakında yataktan çıkamayacak.

yakın
within hail
yakın
next door
yakın
close-rage
yakın
(Biyokimya) epimer
yakın
akin to
yakın
nearby place
yakın
(deyim) hail-fellow-well-met
yakın
neighbourhood
yakın
friend

We number him among our closest friends. - Biz onu en yakın arkadaşlarımız arasında sayıyoruz.

He has no close friends to talk with. - Konuşacak yakın arkadaşları yok.

yakın
relation

I don't see any relation between the two problems. - O iki problem arasında herhangi bir yakınlık görmüyorum.

Tom has a close relationship with Mary. - Tom'un Mary ile yakın bir dostluğu var.

yakın
analogous with
yakın
analogous
yakın
at one's elbow
yakın
near-by
yakın
neighboring
yakın
in sight
yakın
in approach
yakın
near future

There will be an energy crisis in the near future. - Yakın gelecekte bir enerji krizi olacak.

I really look forward to your visit in the near future. - Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.

yakın
closer

Come closer and have a good look at this picture. - Daha yakına gel ve bu resme bir göz at.

Tom took a closer look at it. - Tom, ona daha yakından baktı.

yakın
bemoan

When I had to learn English in school, at times I would bemoan all the irregularities and strange rules. - Okulda İngilizce öğrenmek zorunda kaldığımda zaman zaman tüm düzensizlik ve garip kurallardan yakınırdım.

yakın
proximate en
yakın
recent time
yakınma
indictment
yakınma
grouse
yakın
close range

Layla shot Sami at close range. - Leyla yakın mesafeden Sami'yi vurdu.

It's only effective at close range. - Bu sadece yakın mesafede etkili.

yakın
handy
yakın
at hand

The appointed day is close at hand. - Kararlaştırılmış gün çok yakın.

Christmas is near at hand, isn't it? - Noel yakın, değil mi?

yakın
vicinal
yakın
beef about
yakın
at close quarters
yakın
complain about

I heard some students complain about the homework. - Bazı öğrencilerin ev ödevi hakkında yakındıklarını duydum.

He has nothing to complain about. - Yakınmak için hiçbir nedeni yok.

yakın
pally
yakın
parallel
yakın
convenient

My house is located in a convenient place - near the train station. - Evim tren istasyonu yakınında, uygun bir yerde bulunur.

It's convenient living so close to the station. - İstasyona çok yakın yaşamak elverişlidir.

yakın
complain of
yakın
point-blank
yakın
complain

Don't complain about that. You've asked for it. - Yakınma. Kendin kaşındın.

Tom complained that his back hurt. - Tom sırt ağrısından yakındı.

yakın
pleasant
yakınma
grouch
yakınma
grumble

I'm tired of your everlasting grumbles. - Bitmek bilmeyen yakınmalarından bıktım.

yakın
not far
yakın
to close
yakın
nigh

There was a fire near the train station last night. - Dün gece tren istasyonu yakınında bir yangın vardı.

The zombie apocalypse is nigh! - Zombi kıyameti yakın!

yakın
close of
yakın
close in

We haven't been close in years. - Yıllardır yakın olmamıştık.

bağıra çağıra yakınmak
raise the roof
yakın
hard

Hardly anyone has seen this animal up close. - Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.

Tom has hardly any close friends. - Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.

yakın
inseparable

They soon became inseparable. - Onlar yakında ayrılmaz oldular.

yakın
(arkadaş) thick
yakın
proximate
yakın
near, close, neearby; akin (to), analogous (to/with); intimate; impending, imminent; nearby place, neighbourhood; friend, relation; recent time, near future
yakın
nearby place: Yakınımızda oturuyor. She lives near us
yakın
near (to), nearby, close (to), close-by
yakın
within walking distance
yakın
close, (friend) who is close to (someone)
yakın
connection

Sami had very close connections to the crimes. - Sami'nin suçlarla çok yakın bağlantıları vardı.

The individual stars in a constellation may appear to be very close to each other, but in fact they can be separated by huge distances in space and have no real connection to each other at all. - Bir takım yıldızındaki bireysel yıldızlar birbirlerine çok yakın görünebilir fakat aslında onlar uzayda büyük mesafelerle ayrılabilir ve birbirleriyle hiç gerçek bağlantısı yoktur.

yakın
relative, relation; close friend
yakın
contiguous
yakın
by
yakın
very similar (to)
yakın
near at hand

Christmas is near at hand, isn't it? - Noel yakın, değil mi?

Our entrance examination was near at hand. - Giriş sınavımız çok yakındı.

yakın
hard by
yakın
connexion
yakın
within reach
yakın
toward

The spiral galaxy closest to our Milky Way galaxy is Andromeda. Andromeda is over 2 million light-years away. Its central bulge and spiral arms are tilted toward us at a 15 degree angle. - Samanyolu galaksimize en yakın sarmal gökada Andromeda'dır. Andromeda 2 milyondan fazla ışık yılı uzaklıktadır. Onun orta çıkıntısı ve spiral kolları 15 derecelik açıyla bize doğru eğiktir.

Tom has been very friendly toward me. - Tom bana karşı çok cana yakın.

yakın
bosom

Tom and Mary have been bosom friends for years. - Tom ve Mary yıllardır yakın arkadaş olmuşlardır.

yakın
kindred
yakın
along

The old woman went, and soon returned along with the Princess. - Yaşlı kadın gitti ve yakında Prenses ile birlikte geri döndü.

I'm sure he'll be along soon. - Onun yakında geleceğinden eminim.

yakın
towards
yakınma
remonstrance
yakınma
complaint, grumble, grouse, grouch şikâyet
yakınma
beef
yakınma
grievance

He is apt to say atrocious things and to exaggerate his grievances. - İğrenç şeyler söylemeye ve yakınmalarını abartmaya eğilimlidir.

yakınma
plaint
yakınma
jeremiad
yakınma
kick
yakınma
complaining, complaint
yakınma
peeve
Turkish - Turkish
Sızlanmak, sızlanarak anlatmak, şikâyet etmek
Sızlanmak, sızlanarak anlatmak, şikâyet etmek: "Onların taklitlerini yapar, gönüllerinde hiçbir titreşim bulunmayışından kendine yakınırdı."- Ç. Altan
Vücudun bir yerine sürmek
Kına, yakı vb.ni vücudun bir yerine sürmek
yakın
Aralarında sıkı ilişki olan arkadaş, dost veya akraba: "Türkçe konuştuğu için bana kendi yakınlarımızdan biri hissini veren yaşlı garson yanımıza geldi."- Y. K. Karaosmanoğlu
Yakın
(Hukuk) KARİB
Yakın
(Osmanlı Dönemi) NEYYİF
Yakın
(Osmanlı Dönemi) EHAMM
yakın
Uzak olmayarak: "Gazinoya girip çıkmakta veya kendine yakın bir başka masada oturmakta."- Y. K. Karaosmanoğlu
yakın
Benzeyen, andıran, yaklaşan: "Beş dönüme yakın bahçesi bir ormanı andırırdı."- Ö. Seyfettin
yakın
Küçük, önemsiz değişikliklerle birbirinden ayrılan
yakın
Uzak olmayarak
yakın
Benzeyen, andıran, yaklaşan
yakın
Erişmesi, olması zaman bakımından yaklaşmış olan
yakın
Az bir ara ile ayrılmış olan (zaman veya yer) , uzak karşıtı
yakın
Aralarında sıkı ilgi bulunan
yakın
Uzak olmayan yer
yakın
Az bir ara ile ayrılmış olan, uzak karşıtı
yakın
Aralarında sıkı ilişki olan arkadaş, dost veya akraba
yakın
Erişmesi, olması zaman bakımından yaklaşmış olan: "Elli yaşında adam, ellisine yakın kadın..."- S. F. Abasıyanık
yakınma
Yakınmak (I, II) işi, şikâyet, şekva: "Bir yakınma tiradı, döner dolaşır sizin para kazanmak alanındaki beceriksizliğinize dayanır."- H. Taner
yakınma
Yakınmak (I, II) işi, şikâyet, şekva
yakınmak
Favorites