yaşlan

listen to the pronunciation of yaşlan
Turkish - English
grew old
get older

You get older when you don't have many aims. - Birçok amacın yoksa yaşlanırsın.

As you get older you start to feel that health is everything. - Yaşlandıkça sağlığın her şey olduğunu anlamaya başlarsın.

grew older
got old
grow older
get old

I'll take care of my parents when they get old. - Onlar yaşlandıklarında ebeveynlerime bakacağım.

As people get older, their brain cells become less efficient. - İnsanlar yaşlanırken, beyin hücreleri daha az verimli olur.

{f} aged

Care aged him quickly. - Bakım onu çabuk yaşlandırdı.

Worries aged him rapidly. - Endişeler onu hızla yaşlandırdı.

grow old

We become forgetful as we grow older. - Yaşlandıkça unutkan olduk.

He never seems to grow older. - O, asla yaşlanıyor gibi görünmüyor.

got older
{f} age

You can't run away from age. - Yaşlanmaktan kaçamazsın.

If you want security in your old age, begin saving now. - Yaşlandığında güvenlik istiyorsan, şimdi biriktirmeye başla.

aging

This country has an aging population. - Bu ülkenin yaşlanan bir nüfusu var.

That aging film star has had three facelifts. - O yaşlanan film yıldızı üç kez yüz gerdirme ameliyatı oldu.

yaş
age

His niece is attractive and mature for her age. - Onun kız yeğeni çekici ve yaşına göre olgundur.

He has a son of your age. - Senin yaşında bir oğlu var.

yaş
wet

Tom's eyes were wet with tears. - Tom'un gözleri göz yaşları yüzünden ıslaktı.

I wet the bed until I was ten years old. - Ben on yaşına kadar yatağı ıslatırdım.

yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

My father will soon be forty years old. - Babam yakında kırk yaşında olacak.

When Justin Bieber started his music career, he was fourteen years old. - Justin Bieber müzik kariyerine başladığında on dört yaşındaydı.

yaş
fresh

Such fishes as carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.

That fish lives in fresh water. - O balık tatlı suda yaşar.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaş
new

The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language. - Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

yaş
young

She is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

yaş
in age
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

She called out to him, with tears running down her cheeks. - Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.

Tears came to my eyes. - Gözlerimden yaşlar geldi.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

yaş
unseasoned