yaşlan

listen to the pronunciation of yaşlan
Turkish - English
grew old
get older

As people get older, their brain cells become less efficient. - İnsanlar yaşlanırken, beyin hücreleri daha az verimli olur.

I'm getting farsighted as I get older. - Yaşlandıkça hipermetrop oluyorum.

grew older
got old
grow older
get old

I'll take care of my parents when they get old. - Onlar yaşlandıklarında ebeveynlerime bakacağım.

As people get older, their brain cells become less efficient. - İnsanlar yaşlanırken, beyin hücreleri daha az verimli olur.

{f} aged

Care aged him quickly. - Bakım onu çabuk yaşlandırdı.

Worries aged him rapidly. - Endişeler onu hızla yaşlandırdı.

grow old

We become forgetful as we grow older. - Yaşlandıkça unutkan olduk.

He never seems to grow older. - O, asla yaşlanıyor gibi görünmüyor.

got older
{f} age

If you want security in your old age, begin saving now. - Yaşlandığında güvenlik istiyorsan, şimdi biriktirmeye başla.

The pharmaceutical company is looking for the Elixir of Life to stop the ageing process. - İlaç firması yaşlanma sürecini durdurmak için hayat iksirini arıyor.

aging

This country has an aging population. - Bu ülkenin yaşlanan bir nüfusu var.

In order to compensate for the country's aging population, the government has decided to take steps to significantly increase birth and immigration rates. - Ülkenin yaşlanan nüfusunu telafi etmek için, hükümet doğum ve göç oranlarını önemli ölçüde artırmak için adımlar atmaya karar verdi.

yaş
age

At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand. - Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.

His niece is attractive and mature for her age. - Onun kız yeğeni çekici ve yaşına göre olgundur.

yaş
wet

I used to wet the bed when I was small, but I grew out of it by the time I was seven. - Küçükken yatağımı ıslatırdım fakat yedi yaşına gelmeden önce vazgeçtim.

Tom's eyes were wet with tears. - Tom'un gözleri göz yaşları yüzünden ıslaktı.

yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

My father is only fifteen years old. - Benim babam sadece on beş yaşında.

I learned to play guitar when I was ten years old. - On yaşındayken gitar çalmayı öğrendim.

yaş
fresh

Take a fresh look at your lifestyle. - Yaşam tarzınıza dikkatle bir göz atın.

Fish like carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşamaktadır.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaş
new

John lives in New York. - John New York'ta yaşar.

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

yaş
young

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

He is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

yaş
in age
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

My mother looked at me with tears in her eyes. - Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.

Tears came to my eyes. - Gözlerimden yaşlar geldi.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

yaş
unseasoned
yaşlan
Favorites