I don't want to see your faces.
- Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
- Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
The airplane flies at a speed of five hundred kilometers per hour.
- Uçak saatte beş yüz kilometre hızla uçar.
When angry, count ten; when very angry, a hundred.
- Kızgınsan ona kadar; çok kızgınsan yüze kadar say.
Tom has bad eyes, so he always sits in the very front of the classroom.
- Tom'un kötü gözleri var bu yüzden o her zaman sınıfın çok önüne oturur.
The truth is in front of her face.
- Gerçek onun yüzünün önünde.
Her facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha ekşiydi.
I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril.
- Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.
Gluteus Maximus was one of the cheekiest Roman emperors.
- Gluteus Maximus, en yüzsüz Roma imparatorlarından biriydi.
My brother got cheeky.
- Erkek kardeşim yüzsüzleşti.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
I figured Tom wasn't going to go, so I went.
- Tom'un gitmeyeceğini düşündüm, bu yüzden ben gittim.
I figured Tom would mess up again.
- Tom'un tekrar yüzüne gözüne bulaştıracağını düşündüm.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
No matter how flat you make a pancake, it always has two sides.
- Bir gözlemeyi ne kadar düz yaparsanız yapın, onun her zaman iki yüzü vardır.
Are the Bush administration and al-Qaida the two sides of the same coin?
- Bush yönetimi ve El Kaide aynı madalyonun iki yüzü müdür?
Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust.
- Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.
Strictly speaking, Chinese consists of hundreds of dialects.
- Aslına bakarsan, Çinçe yüzlerce lehçeden oluşur.
Cancer is not one but more than one hundred distinct diseases.
- Kanser tek değil fakat yüzlerce farklı hastalıklardan biridir.
The building is one hundred meters high.
- Bina yüz metre yüksekliğindedir.
Takuya swam naked as a jaybird.
- Takuya alakarga gibi çıplak yüzdü.
Would you mind if I swam in your pool?
- Havuzunuzda yüzebilir miyim?
To swim in the ocean is my greatest pleasure.
- Okyanusta yüzmek benim en büyük zevkimdir.
John is in the swimming club.
- John yüzme kulübündedir.
Tom has never swum in our pool.
- Tom bizim havuzda hiç yüzmedi.
He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh.
- Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.
A white cloud is floating in the blue summer sky.
- Beyaz bir bulut mavi yaz gökyüzünde yüzüyordu.
The fisherman saved himself by means of a floating board.
- Balıkçı kendini yüzen bir tahta vasıtasıyla kurtardı.
Everyone is a moon, and has a dark side which he never shows to anybody.
- Herkes bir aydır, ve hiç kimseye göstermediği karanlık bir yüzü vardır.
I jumped into the water and swam to the other side of the river.
- Suya atladım ve nehrin diğer tarafına yüzdüm.
John is in the swimming club.
- John yüzme kulübündedir.
It was such a hot day that we went swimming.
- Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
The two lovers sat face to face, drinking tea.
- İki âşık yüz yüze oturdular,çay içtiler.
You ought to face the stark reality.
- Yalın gerçeklikle yüz yüze gelmelisin.
The boat was broken by the floating ice.
- Tekne yüzen bir buz tarafından parçalandı.
A white cloud is floating in the blue summer sky.
- Beyaz bir bulut mavi yaz gökyüzünde yüzüyordu.
She didn't want to drink alcoholic drinks every day. However, beer is her favorite drink, so she drinks non-alcoholic beer every day.
- Alkollü içkileri her gün içmek istemiyordu. Fakat bira onun sevdiği içkisidir, bu yüzden o her gün alkolsüz bira içiyor.
Eugenia shared with us her favorite oils for cleaning the face and protecting the skin.
- Eugenia yüzü temizlemek ve cildi korumak için en sevdiği yağları bizimle paylaştı.
They must remain face to face.
- Onlar yüz yüze kalmalıdır.
They stood face to face.
- Onlar yüz yüze durdu.
Coming face to face with a dinosaur was a funny experience.
- Bir dinozorla yüz yüze gelmek eğlenceli bir deneyimdi.
Tom doesn't have to face it alone.
- Tom onunla tek başına yüz yüze gelmek zorunda değil.
I want you to stop spoiling the kids.
- Çocuklara yüz verip şımartmaktan vazgeçmeni istiyorum.
Sami is facing the death penalty this time.
- Sami bu kez ölüm cezasıyla yüz yüze geliyor.
Tom agreed with me a hundred per cent.
- Tom yüzde yüz benimle aynı fikirde.
His facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha fazla ekşiydi.
Her facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha ekşiydi.
These slums are a disgrace to the city.
- Bu gecekondular kent için bir yüz karasıdır.
You're a disgrace to this family!
- Sen bu aile için bir yüz karasısın!
There's a black sheep in every flock.
- Her toplulukta bir yüz karası vardır.
There is a black sheep in every flock.
- Her toplulukta bir yüz karası vardır.
It is a shameful fact that, while there are lands where people suffer from hunger, within Japan there are many households and restaurants where much food is thrown away.
- İnsanların açlık çektiği yerler varken, Japonya'da birçok yiyeceğin atıldığı bir sürü meskenlerin ve restoranların olması yüz kızartıcı bir gerçektir.
Tom is a centenarian.
- Tom yüz yaşını aşmış kimsedir.
I'm not a hundred percent sure.
- Yüzde yüz kesin emin değilim.
I support you one hundred percent.
- Seni yüzde yüz destekliyorum.