Definition of yüz in Turkish English dictionary
- face
His face is distorted by pain.
- Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.
I saw his face in the dim light.
- Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.
- hundred
This is a three-star hotel; three hundred dollars a night.
- Burası üç yıldızlı bir oteldir; bir gece üç yüz dolardır.
One hundred and fifty people entered the marathon race.
- Yüz elli kişi maraton yarışına girdi.
- front
The fog was so thick that I couldn't see my hand in front of my face.
- Sis l kadar yoğundu ki yüzümün önündeki elimi göremedim.
The truth is in front of her face.
- Gerçek onun yüzünün önünde.
- countenance
- facial
Her facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha ekşiydi.
I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril.
- Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.
- cheek
Gluteus Maximus was one of the cheekiest Roman emperors.
- Gluteus Maximus, en yüzsüz Roma imparatorlarından biriydi.
My brother got cheeky.
- Erkek kardeşim yüzsüzleşti.
- obverse
- cast of features
- frontage
- feature
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
- figure
The most important figure of mathematics of the nineteenth century is, undoubtedly, Gauss.
- On dokuzuncu yüzyılın matematiğinin en önemli figürü kesinlikle, Gauss.
I figured Tom would mess up again.
- Tom'un tekrar yüzüne gözüne bulaştıracağını düşündüm.
- impudence
- (Arkeoloji) façade
- face side
- features
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
- facade
- frostbite
- (Bilgisayar) sides
No matter how flat you make a pancake, it always has two sides.
- Bir gözlemeyi ne kadar düz yaparsanız yapın, onun her zaman iki yüzü vardır.
Econony and quality are not opposites, but rather two sides of the same coin.
- Ekonomi ve kalite karşıt değildir, aynı madalyonun iki yüzüdür.
- (Teknik,Tekstil) good side
- sense of shame, shame: Sende hiç yüz yok mu? Have you no shame? Ne yüzle ondan böyle bir şey isteyebilirsin? How can you have the gall to ask her for such a thing?
- face (the front, exposed, finished, dressed, or otherwise specially prepared surface of something): kumaşın yüzü the face of the cloth. dağın kuzey yüzü the north face of the mountain. binanın yüzü the building's façade. paltonun yüzü the outer side of the coat
- cloth which encloses the stuffing of a cushion or pillow, case; mattress ticking; cloth used to cover a chair or sofa, upholstery, upholstering
- visage
Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust.
- Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.
- face (of a person or animal)
- frontispiece
- face, mug; (bina) façade; (para, madalya, vb.) obverse; surface; impudence, cheek; facial
- phiz
- hecto
- physiognomy
- cutting edge, face (of a knife blade or other sharp tool)
- side: ırmağın öte yüzünde on the other side of the river. problemin bu yüzü this aspect of the problem
- puss
- kisser
- snoot
- surface: suyun yüzü the surface of the water
- mien
- dial
Strictly speaking, Chinese consists of hundreds of dialects.
- Aslına bakarsan, Çinçe yüzlerce lehçeden oluşur.
- one hundred
Ten, twenty, thirty, forty, fifty, sixty, seventy, eighty, ninety, one hundred.
- On, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş, seksen, doksan, yüz.
The building is one hundred meters high.
- Bina yüz metre yüksekliğindedir.
- swam
He swam across the river.
- O, nehir boyunca yüzdü.
She swam across the river.
- O, nehri yüzerek geçti.
- {f} swim
I don't know how to swim.
- Nasıl yüzeceğimi bilmiyorum.
John is in the swimming club.
- John yüzme kulübündedir.
- {f} swum
I haven't swum in the ocean since I left Florida.
- Florida'yı terkettiğimden beri okyanusta yüzmedim.
He is the only American to have swum the English Channel.
- O, İngiliz Kanalında yüzmüş tek Amerikalı.
- {f} floating
The fisherman saved himself by means of a floating board.
- Balıkçı kendini yüzen bir tahta vasıtasıyla kurtardı.
A ball is floating down the river.
- Bir top nehirden aşağı doğru yüzüyordu.
- side
Tom plunged into the water and swam to the other side.
- Tom suya daldı ve diğer tarafa yüzdü.
There are two sides to every question.
- Her öykünün bir de diğer yüzü vardır.
- {f} swimming
It was such a hot day that we went swimming.
- Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
When I was a child, I often went swimming in the sea.
- Ben bir çocukken çoğu zaman denizde yüzmeye gittim.
- to face
The two lovers sat face to face, drinking tea.
- İki âşık yüz yüze oturdular,çay içtiler.
Those selected will have to face extensive medical and psychological tests.
- Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.
- fivescore
- brow
- {f} float
A ball is floating down the river.
- Bir top nehirden aşağı doğru yüzüyordu.
The fisherman saved himself by means of a floating board.
- Balıkçı kendini yüzen bir tahta vasıtasıyla kurtardı.
- favor
One hundred is my favorite number.
- Yüz, benim en sevdiğim sayıdır.
She didn't want to drink alcoholic drinks every day. However, beer is her favorite drink, so she drinks non-alcoholic beer every day.
- Alkollü içkileri her gün içmek istemiyordu. Fakat bira onun sevdiği içkisidir, bu yüzden o her gün alkolsüz bira içiyor.
- yüz yüze
- face to face
They stood face to face.
- Onlar yüz yüze durdu.
Two men met face to face.
- İki adam yüz yüze görüştüler.
- yüz yüze gelmek
- face
Tom doesn't have to face it alone.
- Tom onunla tek başına yüz yüze gelmek zorunda değil.
Coming face to face with a dinosaur was a funny experience.
- Bir dinozorla yüz yüze gelmek eğlenceli bir deneyimdi.
- yüz verip şımartmak
- spoil
I want you to stop spoiling the kids.
- Çocuklara yüz verip şımartmaktan vazgeçmeni istiyorum.
- yüz bakımı
- facial
- yüz buruşturma
- grimace
- yüz yüze
- facing
Sami is facing the death penalty this time.
- Sami bu kez ölüm cezasıyla yüz yüze geliyor.
- yüz algısı
- face perception
- yüz açısı
- (Bilgisayar,Matematik) face angle
- yüz bakımı
- facial care
- yüz den
- surface
- yüz felci
- (Tıp) facial paralysis
- yüz felci
- (Tıp) bell's palsy
- yüz kalıbı
- mask
- yüz karası
- discredit
- yüz kremi
- cold cream
- yüz siniri
- (Pisikoloji, Ruhbilim) facial nerve
- yüz tanıma
- facial recognition
- yüz tutmak
- begin
- yüz vermek
- be indulgent
- yüz vermek
- spoil
- yüz yukarı
- (Bilgisayar) side
- yüz yüze
- eyeball to eyeball
- yüz yüze
- vis-à-vis
- yüz yüze
- tete a tete
- yüz yıllık
- centenary
- yüz, 100
- a hundred
- yüzde yüz
- a hundred per cent
Tom agreed with me a hundred per cent.
- Tom yüzde yüz benimle aynı fikirde.
- yüzde yüz
- definitely
- yüz 100
- a hundred
- Yüz felci
- Bells palsy, facial palsy
- Yüz güzelliği hamamdan eve öz güzelliği Urum'dan Şama
- (Atasözü) Beauty is but skin deep
- yüz ağartıcı
- bleach face
- yüz bakımı
- Facial, a beauty treatment for the face
- yüz defa
- hundred
- yüz felci
- bells palsy
- yüz ifadesi
- expression
His facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha fazla ekşiydi.
Her facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha ekşiydi.
- yüz numara
- face number
- yüz yıllık
- hundred years
- yüz çevirmek
- Turn away from
- Yüz bulunca astar ister
- If you give him an inch, he will take a mile
- yüz akı
- honour, good name
- yüz bakımı yaptırmak istiyorum
- I would like to have a facial
- yüz bin
- lac
- yüz boyası
- pigment for protective
- yüz bulmak
- be spoilt by
- yüz bulmak
- to be spoilt by
- yüz bulmak
- to get presumptuous, insolent, or uppity (after having been treated kindly or indulged)
- yüz bulmak
- spoilt by
- yüz bulunca/verince astar ister
- (Konuşma Dili) If you give him an inch he'll take a mile
- yüz buruşturma
- mop
- yüz dereceye bölünmüş
- centigrade
- yüz dokusu
- facial tissue
- yüz dolar
- century
- yüz eklemi
- facade joint
- yüz ellinci yıldönümü
- sesquicentennial
- yüz gerdirme
- face lifting
- yüz geri etmek
- to turn back; to retreat; to retrace one's steps. (...)
- yüz gram
- hectogram
- yüz göstermek
- to happen, occur, take place
- yüz göz
- (someone's) whole or entire face
- yüz göz olmak
- to get to be on overly familiar terms with (someone)
- yüz göz olmak
- to be too familiar
- yüz gözlü prens
- Argus
- yüz hattı
- lineament
- yüz hattı
- feature
- yüz havlusu
- face towel
- yüz havlusu
- face flannel
- yüz havlusu
- facecloth
- yüz ifadesi
- countenance
- yüz ifadesi
- phiz
- yüz ifadesi
- expression, countenance, look
- yüz ifadesi
- look
- yüz ifadesi
- face
- yüz ifadesi
- physiognomy
- yüz ifadesi
- the cut of one's jib
- yüz ile
- percentum
- yüz ile çarpmak
- centuplicate
- yüz ile çarpmak
- centuple
- yüz kalıbı plaster mask of
- a person's face
- yüz karası
- crime
- yüz karası
- obloquy
- yüz karası
- disgrace
You're a disgrace to this family!
- Sen bu aile için bir yüz karasısın!
These slums are a disgrace to the city.
- Bu gecekondular kent için bir yüz karasıdır.
- yüz karası
- reproach
- yüz karası
- ignominy
- yüz karası
- black sheep
There is a black sheep in every flock.
- Her toplulukta bir yüz karası vardır.
Tom is the black sheep of his family.
- Tom, ailesinin yüz karasıdır.
- yüz karası
- scandal
- yüz karası
- dishonor
- yüz karası
- dishonour [Brit.]
- yüz karası
- offscourings
- yüz karası
- yüzkarası
- yüz karası
- odium
- yüz karası
- shame
- yüz karası
- contempt
- yüz kası
- facial muscle
- yüz kat
- hundredfold
- yüz katı
- centuple
- yüz katı
- centuplicate
- yüz katına çıkarmak
- centuplicate
- yüz katına çıkarmak
- centuple
- yüz katına çıkarılmış miktar
- centuplicate
- yüz kilo
- quintal
- yüz kilo gelmek
- turn the scale at 100 kilos
- yüz kilo gelmek
- go to scale at 100 kilos
- yüz kiloluk kütle birimi
- quintal
- yüz kişilik bölük
- century
- yüz kişilik bölük komutanı
- centurion
- yüz koruma
- facade protection
- yüz kulaç
- (Askeri) cable's length
- yüz kızarması
- blush
- yüz kızartıcı
- shameful, discreditable, dishonourable
- yüz kızartıcı
- infamous
- yüz kızartıcı
- shameful
It is a shameful fact that, while there are lands where people suffer from hunger, within Japan there are many households and restaurants where much food is thrown away.
- İnsanların açlık çektiği yerler varken, Japonya'da birçok yiyeceğin atıldığı bir sürü meskenlerin ve restoranların olması yüz kızartıcı bir gerçektir.
- yüz kızartıcı
- discreditable
- yüz kızartıcı
- ignominious
- yüz kızartıcı
- reproachful
- yüz kızartıcı
- inglorious
- yüz kızartıcı suç işlemiş
- infamous
- yüz libre
- hundredweight
- yüz libre
- cental
- yüz litre
- hectolitre
- yüz litre
- hectoliter
- yüz litre
- hectolitre [Brit.]
- yüz masajı
- facial
- yüz maskesi
- face-pack
- yüz maskı
- facial reconstruction
- yüz metre
- hectometer
- yüz metre
- hectometre
- yüz mil gitmek
- do the ton
- yüz misli
- hundredfold
- yüz misli
- centuplicate
- yüz misli
- centuple
- yüz pudralığı
- flapjack
- yüz rengi
- coloring
- yüz rengi
- colouring [Brit.]
- yüz rengi
- color
- yüz rengi
- colour [Brit.]
- yüz sayısı
- (Bilgisayar) of sides
- yüz seksen derece dönme
- about face!
- yüz seksen derece dönme
- volte face
- yüz seksen derece dönme
- about turn!
- yüz taneden oluşan grup
- century
- yüz tarafı
- obverse
- yüz tiki
- (Tıp) facial tic
- yüz tornacısı
- facer
- yüz tornası
- face lathe, facing lathe
- yüz tutma
- tendency
- yüz tutmak
- to tend, to begin
- yüz tutmak
- tend
- yüz tuğlası
- face brick, antefix
- yüz veren
- indulgent
- yüz veren
- encourager
- yüz verme
- indulgence
- yüz vermek
- indulge
- yüz vermek
- countenance
- yüz vermek
- to spoil, to countenance, to indulge
- yüz vermek
- pander to smb
- yüz vermek
- pamper
- yüz vermemek
- discountenance
- yüz vermemek
- to keep sb at arm's length, to keep sb at a distance, to give sb the cold shoulder
- yüz yaşında
- centenarian
- yüz yaşını aşmış kimse
- centenarian
Tom is a centenarian.
- Tom yüz yaşını aşmış kimsedir.
- yüz yüze
- (Hukuk) vis-a-vis
- yüz yüze
- eyeball to eyeball, face to face
- yüz yüze gelmek
- to come face to face, to meet
- yüz yüze getirmek
- confront
- yüz yüze görüşme
- tete a tete
- yüz çevirmek
- to break off relations with, have nothing more to do with (someone)
- yüz çevirmek
- to turn away from
- yüz örtüsü
- facade coat
- yüzde yüz
- a) a hundred per cent b) definitely
- yüzde yüz
- hundred percent
Tom is one hundred percent wrong.
- Tom yüzde yüz hatalı.
I'm not a hundred percent wrong.
- Ben yüzde yüz hatalı değilim.