yüksekten

listen to the pronunciation of yüksekten
Turkish - English
higher than
from high
yüksek
high

The firm is known for its high-quality products. - Firma, yüksek kaliteli ürünleriyle bilinmektedir.

Mount Everest is the world's highest peak. - Everest dağı dünyanın en yüksek tepesidir.

yüksekten bakan
overlooking
yüksekten atan
tub-thumping
yüksekten atan
pretentious
yüksekten atan tip
ranter
yüksekten atan vaiz
tub-thumper
yüksekten atma
flatulence
yüksekten atma
big talk
yüksekten atma
pretension
yüksekten atma
bluster
yüksekten atma
blow
yüksekten atma
bounce
yüksekten atma
brag
yüksekten atma
tub-thumping
yüksekten atmak
to boast, to bluster, to talk big
yüksekten atmak
to talk big, claim to be able to do that which one can't
yüksekten atmak
precipitate
yüksekten atmak
shoot off one's mouth
yüksekten atmak
rant
yüksekten atmak
roister
yüksekten atmak
hector
yüksekten atmak
talk big
yüksekten atmak
hold forth
yüksekten atmak
brag
yüksekten bakmak
to look down upon
yüksekten bakmak
overlook
yüksekten bakmak
to look down one's nose at, regard (someone) as inferior to oneself. Y
yüksekten uçmak
fly high
yüksekten uçmak
to pursue the impossible, chase rainbows
yüksek
{s} loud

Someone is knocking loudly at the door. - Birisi yüksek sesle kapıyı çalıyor.

He began to cry loudly. - O, yüksek bir sesle ağlamaya başladı.

yüksek
elevated

An elevated seaside bike path collapsed in Rio. - Rio'da bir yüksek sahil bisiklet yolu çöktü.

Two persons were killed when an elevated bike path collapsed in Rio. - Rio'da bir yüksek bisiklet yolu çöktüğünde iki kişi öldü.

yüksek
{s} lofty

This mountain isn't a lofty one. - Bu dağ yüksek değildir.

We have lofty expectations. - Yüksek beklentilerimiz var.

yüksek
{s} tall

There are a lot of tall buildings in New York. - New York'ta çok sayıda yüksek binalar vardır.

She wears high heels to make herself look taller. - O kendini daha uzun göstermek için yüksek topuklu ayakkabılar giyiyor.

yüksek
advanced
yüksek
stiff

Sami has paid a stiff price for his service. - Sami hizmeti için yüksek bir fiyat ödedi.

yüksek
precipitous
yüksek
superordinate
yüksek
inflated
yüksek
supreme

Judges on the Supreme Court interpret the laws. - Yüksek mahkeme yargıçları kanunları yorumlarlar.

Tom G. Roberts is the Chief Justice of the U.S. Supreme Court. - Tom G. Roberts, ABD Yüksek Mahkemesi Başyargıcıdır.

yüksek
buoyant
yüksek
up
yüksek
higher

No other mountain in Japan is higher than Mt. Fuji. - Japonya'daki hiçbir dağ Fuji dağından daha yüksek değildir.

The quality of higher education must answer to the highest international standards. - Daha yüksek eğitim kalitesi, en yüksek uluslararası standartlara cevap vermelidir.

yüksek
high altitude

I don't feel well at such a high altitude. - Böyle yüksek bir irtifada iyi hissetmiyorum.

yüksek
crucible
yüksek
grand

Speak louder. Your grandfather's hearing isn't so good. - Daha yüksek sesle konuş. Büyükbaban pek de iyi duymuyor.

His grandfather was a soldier of high degree. - Onun büyük babası yüksek rütbeli bir askerdi.

yüksek
eminent
yüksek
high-rise

This high-rise building has five lifts. - Bu yüksek katlı binanın beş asansörü var.

yüksek
noble
yüksek
rarefied
yüksek
superior
yüksek
{e} above

The town is situated 1,500 meters above sea level. - Kasaba deniz seviyesinden 1500 metre yüksekte yer alıyor.

The words above the door of the theater were one meter high. - Tiyatronun kapısının üzerindeki sözler bir metre yükseklikteydi.

yüksek
high on

That is not high on my list of priorities. - O benim öncelikler listemde yüksek değil.

At that time, tariffs were high on many products. - O zaman, tarifeler birçok üründe yüksekti.

yüksek
high place; height
yüksek
acro

Driving across desert landscapes can be dangerous when the summer temperatures are high. - Yaz sıcaklıkları yüksek olduğunda çöl manzaraları karşısında sürüş tehlikeli olabilir.

That tall building across the street is where Tom works. - Caddenin karşısındaki o yüksek bina Tom'un çalıştığı yerdir.

yüksek
high; (yapı) high-rise; precipitous; loud; exalted, lofty; advanced; high altitude
yüksek
(sea) marked by high waves, high
yüksek
raised high
yüksek
highrise
yüksek
(playing a game) for high stakes
yüksek
high, superior (quality)
yüksek
hyper
yüksek
lofty, noble
yüksek
penetrating
yüksek
loud or raised (voice)
yüksek
high; lofty
yüksek
penetrative
yüksek
over

You see that tall building over there, don't you? - Şuradaki yüksek binayı görüyorsun değil mi?

How to overcome the high value of the yen is a big problem. - Yüksek yen değerinin nasıl üstesinden gelineceği büyük bir sorundur.

yüksek
exalted
yüksek
tall; buoyant
yüksek
clarion
yüksek
spheric
yüksek
high; great; intense; big: yüksek basınç high pressure. yüksek frekans high frequency. yüksek bir fiyat a high price. yüksek bir meblağ a big sum
yüksek
high, superior in status: yüksek okul institution of higher education
yüksek
stately
yüksek
towering
yüksek
grandiose
yüksek
steep
yüksek
supernal
yüksek
dominant
yüksek
upperbracket
yüksek
upland
Turkish - Turkish
üst perdeden
Yüksek
koca
Yüksek
(Osmanlı Dönemi) KALUS
yüksek
Erdemli, faziletli
yüksek
Altı ile üstü arasındaki uzaklık çok olan
yüksek
Altı ile üstü arasındaki uzaklık çok olan: "... mekik dokuduğu yüksek bez tezgâhından kalktı."- Ö. Seyfettin
yüksek
Yukarıda, üst tarafta olan yer
yüksek
Yukarıda, üst tarafta olan yer: "Yüksekten avluya açılmış iki pencereden aydınlık alıyordu."- M. Ş. Esendal
yüksek
Büyük para ile
yüksek
Belirli bir yere göre daha yukarıda bulunan: "İri kanatları ile bir kaşıkçı kuşu çok yükseklerde tur atıyor."- H. Taner
yüksek
Toplum içinde para, ün vb. bakımından üstünlüğü olan
yüksek
Belirli bir yere göre daha yukarıda bulunan
yüksek
Normal değerlerin üstünde olan, çok: "Türk milletinin karakteri yüksektir."- Atatürk
yüksek
Derece veya makamı bakımından üstün
yüksek
Normal değerlerin üstünde olan, çok
yüksek
Güçlü, etkili, şiddetli
yüksek
(Osmanlı Dönemi) bülend
yüksekten
Favorites