The firm is known for its high-quality products.
- Firma, yüksek kaliteli ürünleriyle bilinmektedir.
The quality of higher education must answer to the highest international standards.
- Daha yüksek eğitim kalitesi, en yüksek uluslararası standartlara cevap vermelidir.
Two persons were killed when an elevated bike path collapsed in Rio.
- Rio'da bir yüksek bisiklet yolu çöktüğünde iki kişi öldü.
An elevated seaside bike path collapsed in Rio.
- Rio'da bir yüksek sahil bisiklet yolu çöktü.
Sami has paid a stiff price for his service.
- Sami hizmeti için yüksek bir fiyat ödedi.
Judges on the Supreme Court interpret the laws.
- Yüksek mahkeme yargıçları kanunları yorumlarlar.
Tom G. Roberts is the Chief Justice of the U.S. Supreme Court.
- Tom G. Roberts, ABD Yüksek Mahkemesi Başyargıcıdır.
The quality of higher education must answer to the highest international standards.
- Daha yüksek eğitim kalitesi, en yüksek uluslararası standartlara cevap vermelidir.
No other mountain in Japan is higher than Mt. Fuji.
- Japonya'daki hiçbir dağ Fuji dağından daha yüksek değildir.
I don't feel well at such a high altitude.
- Böyle yüksek bir irtifada iyi hissetmiyorum.
Driving across desert landscapes can be dangerous when the summer temperatures are high.
- Yaz sıcaklıkları yüksek olduğunda çöl manzaraları karşısında sürüş tehlikeli olabilir.
That tall building across the street is where Tom works.
- Caddenin karşısındaki o yüksek bina Tom'un çalıştığı yerdir.
The mountain is 2000 meters above sea level.
- Dağ, deniz seviyesinden 2000 metre yüksekliktedir.
The words above the door of the theater were one meter high.
- Tiyatronun kapısının üzerindeki sözler bir metre yükseklikteydi.
From the tall dune I could see over the whole island.
- Yüksek bir kum tepeciğinden bütün adayı görebildim.
The tree was so tall that it towered over the garden wall.
- Ağaç o kadar yüksekti ki bahçe duvarının üzerinde yükseldi.
Someone is knocking loudly at the door.
- Birisi yüksek sesle kapıyı çalıyor.
He began to cry loudly.
- O, yüksek bir sesle ağlamaya başladı.
We have lofty expectations.
- Yüksek beklentilerimiz var.
This mountain isn't a lofty one.
- Bu dağ yüksek değildir.
Mt. Fuji is Japan's tallest mountain.
- Fuji Dağı Japonya'nın en yüksek dağıdır.
She wears high heels to make herself look taller.
- O kendini daha uzun göstermek için yüksek topuklu ayakkabılar giyiyor.
Grandmaster is the highest achievable title in chess.
- Büyükusta satrançta en yüksek ulaşılabilir ünvandır.
Speak louder. Your grandfather's hearing isn't so good.
- Daha yüksek sesle konuş. Büyükbaban pek de iyi duymuyor.
This high-rise building has five lifts.
- Bu yüksek katlı binanın beş asansörü var.
That is not high on my list of priorities.
- O benim öncelikler listemde yüksek değil.
My parents' house is located high on a hill from which one can see the mountains in the east and the ocean in the north.
- Ailemin evi birinin oradan doğuda dağları ve kuzeyde okyanusu görebileceği yüksek bir tepede yer almaktadır.
You don't have to talk so loud.
- Çok yüksek sesle konuşmak zorunda değilsiniz.
I spoke loudly so that everyone could hear me.
- Herkes beni duyabilsin diye yüksek sesle konuştum.
Please read it aloud so that everyone can hear.
- Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
He said NO to himself. He said YES aloud.
- Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
They are talking loudly when they know they are disturbing others.
- Başkalarını rahatsız ettiklerini öğrendiklerinde yüksek sesle konuşuyorlardı..
Someone is knocking loudly at the door.
- Birisi yüksek sesle kapıyı çalıyor.
Tom was trying hard not to laugh out loud.
- Tom yüksek sesle gülmemeye çalışıyordu.
Tom read the document out loud.
- Tom belgeyi yüksek sesle okudu.
I still have friends in high places.
- Hala yüksek yerlerde arkadaşlarım var.
It must be nice to have friends in high places.
- Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
Tom doesn't like loud music.
- Tom yüksek sesli müziği sevmez.
Tom is loud, isn't he?
- Tom yüksek sesli, değil mi?
Mary is a graduate student.
- Mary bir yüksek lisans öğrencisidir.
He continued his studies at graduate school.
- Yüksek lisans okulunda çalışmalarını sürdürdü.
Tom told Mary not to laugh so loudly.
- Tom Mary'ye çok yüksek sesle gülmemesini söyledi.
I spoke loudly so that everyone could hear me.
- Herkes beni duyabilsin diye yüksek sesle konuştum.
This work calls for a high degree of skill.
- Bu iş yüksek derecede yetenek gerektiriyor.
The university conferred its highest degree on him.
- Üniversite ona en yüksek dereceyi bahşetti.
Heroin is highly addictive.
- Eroin yüksek derecede bağımlılık yapar.
Master's degrees in Britain are not very common.
- İngiltere'de yüksek lisans dereceleri çok yaygın değildir.
I have a master's degree in mathematics.
- Matematikte yüksek lisans derecem var.
He gave a loud cry for help.
- Yardım için yüksek sesle bağırdı.
I could not stop myself from crying aloud.
- Yüksek sesle ağlamaktan kendimi alamadım.
A general is a high-ranking military officer.
- Bir general yüksek rütbeli bir subaydır.
Tom laughed out loud.
- Tom yüksek sesle güldü.
I felt an impulse to cry out loud.
- Yüksek sesle bağırmak için bir dürtü hissettim.
Today's modern tractors and combines are equipped with high technology.
- Bugünün modern traktörleri ve biçerdöverleri yüksek teknoloji ile donatılmıştır.
She was wearing a short skirt and high heels.
- O, kısa bir etek ve yüksek topuklu ayakkabı giyiyordu.
She's wearing high heels.
- O yüksek topuklu giyiyor.