yükse

listen to the pronunciation of yükse
Turkish - English
overlook
To inspect; to examine; to look over carefully or repeatedly
To look upon with an evil eye; to bewitch by looking upon; to fascinate
To look down upon from a place that is over or above; to look over or view from a higher position; to rise above, so as to command a view of

to overlook a valley from a hill.

Hence: To supervise; to watch over; sometimes, to observe secretly

to overlook a gang of laborers; to overlook one who is writing a letter.

{v} to peruse, examin, review, super-intend, neglect, pass by indulgently, excuse
watch over; "I am overlooking her work"
a high place affording a good view watch over; "I am overlooking her work" look past, fail to notice
To look over and beyond (anything) without seeing it; to miss or omit in looking; hence, to refrain from bestowing notice or attention upon; to neglect; to pass over without censure or punishment; to excuse
Hence: To supervise; to watch over; sometimes, to observe secretly; as, to overlook a gang of laborers; to overlook one who is writing a letter
{f} look over; affording a view over; inspect, supervise; miss, omit, ignore; excuse
leave undone or leave out; "How could I miss that typo?"; "The workers on the conveyor belt miss one out of ten"
look down on; "The villa dominates the town"
look past, fail to notice
a high place affording a good view
To look down upon from a place that is over or above; to look over or view from a higher position; to rise above, so as to command a view of; as, to overlook a valley from a hill
If a building or window overlooks a place, you can see the place clearly from the building or window. Pretty and comfortable rooms overlook a flower-filled garden
If you overlook someone's faults or bad behaviour, you forgive them and take no action. satisfying relationships that enable them to overlook each other's faults
yük
(Hukuk) burden

I am afraid I'll be a burden to you. - Ben sana bir yük olmaktan korkuyorum.

I am afraid I'll be a burden to you. - Korkarım ki sana bir yük olacağım.

yük
charge

A captain is in charge of his ship and its crew. - Bir kaptan, gemisinden ve ekibinden yükümlüdür.

The police charged him with leaking information to a neighboring country. - komşu ülke için bilgi sızıntılarıyla yüklüdür,polis.

yük
load

Tom checked to make sure his gun was loaded. - Tom silahının yüklü olduğundan emin olmak için kontrol etti.

He keeps this gun loaded. - O, bu silahı yüklü bulundurur.

yük
freight

The freight on the ship got soaked. - Gemideki yük sırılsıklam oldu.

After some freight cars were derailed, services were suspended on the Chuo Line. - Bazı yük vagonları raydan çıktıktan sonra, hizmetler Chuo Hattı üzerinde askıya alındı.

yük
burdensome or difficult task, obligation, or responsibility; burden; encumbrance; incubus
yük
cargo

A cargo vessel, bound for Athens, sank in the Mediterranean without a trace. - Atina'ya giden bir yük gemisi, bir iz bırakmadan Akdeniz'de battı.

yük
{i} onus
yük
{i} incident
yük
goods

As expected, the price of imported goods rose. - Beklenildiği gibi, ithal malların fiyatı yükseldi.

Import goods are subject to high taxes. - İthalat malları yüksek vergilere tabidir.

yük
responsibility

I can't burden Tom with that responsibility. - Ben bu sorumluluğu Tom'a yükleyemem.

yük
incumbrance
yük
draft
yük
(İnşaat) force
yük
(Ticaret) cargo load
yük
(Ticaret) parcel
yük
(Bilgisayar) vol

The surface of the earth rose due to the volcanic activity. - Dünya yüzeyi volkanik aktivite nedeniyle yükseldi.

The radio is too loud. Please turn the volume down. - Radyonun sesi çok yüksek. Lütfen sesi kısın.

yük
drain
yük
(Telekom) payload
yük
(Pisikoloji, Ruhbilim) cathexis
yük
load variation
yük
(Askeri) head

The loud drill gave her husband a headache. - Yüksek sesli matkap, kocasına baş ağrısı verdi.

yük
(Askeri) fright

She's frightened by loud noises. - O, yüksek seslerden korkuyor.

yük
pack

He fastened the horse's pack with a rope. - O, atın yükünü iple bağladı.

yük
(Bilgisayar) height

To tell you the truth, I am scared of heights. You are a coward! - Gerçeği söylemek gerekirse. Ben yükseklikten korkuyorum, Sen bir korkaksın!

Tom is afraid of heights. - Tom yüksekten korkar.

yük
weight

If you load too much weight in this box, it's going to blow up. - Bu kutuya çok fala ağırlık yüklersen patlar.

The box fell apart due to the weight of the load. - Kutu yükün ağırlığı nedeniyle düştü.

yük
{i} charging

The store where we used to buy those started charging outrageous prices, so we had to find another store. - Onları satın aldığımız mağaza, aşırı yüksek fiyat koymaya başladı, o yüzden başka bir mağaza bulmak zorunda kaldık.

yük
impedimenta
yük
encumbrance

Since the temperature has warmed, my coat has become an encumbrance. - Sıcaklık arttığından beri, ceketim bir yük oldu.

yük
freightage
yük
carload
yük
load with
yük
fardel
yük
load; burden; cargo, freight, goods; the onus, responsibility; charge
yük
shipment
yük
stowage
yük
sumpter
yük
cargo; freight; lading
yük
bulk
yük
strain

Tom's expensive tastes put a strain on the family's finances. - Tom'un pahalı zevkleri ailenin mali durumuna bir yük oluyordu.

Air traffic controllers are under severe mental strain. - Hava trafik kontrolörleri ağır zihinsel yük altındadırlar.

yük
plummet
yük
pile
yük
lading
yük
load; burden
yük
tax

It is the obligation of every worker to pay taxes. - Vergi ödemek her işçinin yükümlülüğüdür.

They were burdened with heavy taxes. - Ağır vergi yükü altındaydılar.

yük
imposition
yük
large cupboard (where bedding is stored during the day)
yük
haul
yük
electric charge, charge
yük
loading

They are loading coal into a ship now. - Şimdi gemiye kömür yüklüyorlar.

Tom is loading bullets into his gun. - Tom mermileri tabancasına yüklüyor.

yük
shipload
yük
impost
yük
accoutrements
yük
tote
yük
out

Tom nearly laughed out loud. - Tom neredeyse yüksek sesle kahkaha atacaktı.

Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun. - Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.

yük
accouterments
Turkish - Turkish

Definition of yükse in Turkish Turkish dictionary

Yük
(Osmanlı Dönemi) HAML
Yük
himl
Yük
(Osmanlı Dönemi) ZİFR
Yük
hamule
Yük
bar
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıyabildiği miktar
yük
Yüz bin kuruşluk mal veya tutar
yük
Eşya
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi
yük
Tedirginlik veren şey, engel
yük
Yüklük: "Haydi şu yüke giriver!.."- S. F. Abasıyanık
yük
Yüz bin kuruşluk mal veya tutar: "Mademki öyledir, bir yük getirip satan herkes iki akçe versin."- T. Buğra
yük
Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi: "Çölde yük götüren vasıta develer, insan taşıyan vasıta hecinlerdir."- F. R. Atay
yük
Yüklük
yük
Doğacak bebek, cenin
yük
Bir cismin yüzeyinde biriken elektrik miktarı, şarj
yük
Birinin üzerine almak zorunda kaldığı ağır görev
yük
(Osmanlı Dönemi) bûr