Definition of vermemek in Turkish English dictionary
- keep back
- (neg. form of vermek ) not to withhold
- {f} withhold
- withold
- yeterince değer vermemek
- underrate
- aman vermemek
- clamp down
- ver
- give
Give it to me, please.
- Onu bana ver, lütfen.
Give me something to do.
- Bana yapacak bir şey ver.
- imkan vermemek
- rule out
- izin vermemek
- have none of
- meydan vermemek
- avert
- meydan vermemek
- preclude
- meydan vermemek
- avoid
- meydan vermemek
- not to allow
- meydan vermemek
- prevent
- olanak vermemek
- incapacitate
- rahat vermemek
- harass
- rahat vermemek
- pester
- rahat vermemek
- persecute
- sır vermemek
- keep dark
- sır vermemek
- button
- ver
- (Bilgisayar) export
The export of arms was not allowed.
- Silah ihracatına izin verilmedi.
Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback.
- İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..
- ver
- (Bilgisayar) issue
I voted for the bond issue.
- Tahvil ihracı lehinde oy verdim.
I can't answer this question. I don't know anything about those issues.
- Ben bu soruya cevap veremem. Bu konular hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- ver
- (Bilgisayar) export as
- yeteri kadar vermemek
- stint
- önem vermemek
- disregard
- önem vermemek
- make nothing of
- önem vermemek
- set at naught
- ver
- {f} given
Fahrenheit is a German inventor who invented the thermometer. At the same time, his name is given to a unit of temperature.
- Fahrenheit, termometreyi bulan Alman bir mucittir. Aynı zamanda onun ismi bir sıcaklık birimine verilmiştir.
Allen was given a problem that was impossible to solve.
- Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.
- ver
- {f} rendering
- ver
- render
I cannot render a judgment on that.
- Bu konuda bir karar veremiyorum.
- ver
- {f} giving
Television is a very important medium for giving information.
- Televizyon bilgi vermek için çok önemli bir araçtır.
Recently, they have not been giving her her paycheck on time.
- Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.
- ver
- gave
She gave him a clock.
- O, ona bir saat verdi.
My uncle gave me a present.
- Amcam bana bir hediye verdi.
- ver
- {f} grant
He'll be granted American citizenship.
- Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.
We were granted the privilege of fishing in this bay.
- Bize bu koyda özel balık tutma izni verildi.
- ver
- brought forth
- ver
- mete out
- ver
- favour with
- ver
- bestow
The college bestowed an honorary degree on him.
- Üniversite ona fahri doktora unvanı verdi.
That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine!
- Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!
- ver
- bring forth
- değer vermemek
- no value
- ver
- granted
The college granted him a scholarship.
- Üniversite ona bir burs verdi.
We were granted the privilege of fishing in this bay.
- Bize bu koyda özel balık tutma izni verildi.
- vermeme
- not given
- önem vermemek, yok saymak
- ignore, ignore
- şüpheye mahal vermemek
- Leave no doubt about something
In Arabic,"90" is frequently confused with "70", but the photograph of the inscription leaves no doubt about the reading "90".
- aman vermemek
- to give no quarter
- aman vermemek
- 1. not to give (someone) a chance. 2. to kill (someone) without compunction
- aman zaman vermemek
- to beat (someone) without mercy
- açık vermemek
- close the ranks
- ağız dil vermemek
- to be too sick to talk
- bilgi vermemek
- hold out on smb
- bozuntuya vermemek
- to hide one's displeasure, to put a bold face on it
- bozuntuya vermemek
- to act as if nothing has happened, not to bat an eyelid
- cevap vermemek
- be irresponsive to
- destek vermemek
- fink out
- ele vermemek
- close the ranks
- fayda vermemek
- to be useless, not to help
- fırsat vermemek
- outmatch
- gerekli miktarda vermemek
- shortchange
- gösterip de vermemek
- tantalize
- hareket izni vermemek
- ground
- huzur vermemek
- not to give (someone) any peace, to bother
- isimleri vermemek
- name no names
- istenen sonucu vermemek
- go wrong
- izin vermemek
- refuse
- izin vermemek
- not to let
Layla has found a new man and she's determined not to let him go.
- Leyla yeni bir adam buldu ve onun gitmesine izin vermemekte kararlı.
We'll always have to be careful not to let this happen again.
- Bunun tekrar olmasına izin vermemek için her zaman dikkatli olmalıyız.
- mahal vermemek
- not to give rise to, not to occasion
- metelik vermemek
- not to care a fig
- metelik vermemek
- to regard (someone, something) as not worth a damn; not to give a fig about, not to give a damn about
- meydan vermemek
- to prevent, not to allow, to avert, to clamp down on sth
- olanak vermemek
- make impossible
- olanak vermemek
- forbid
- olanak vermemek
- prohibit
- oy vermemek
- abstain from voting
- rahat bırakmamak/- vermemek
- not to leave (someone) in peace, pester, badger, devil
- rahat vermemek
- bother
- rahat vermemek
- beset
- rahat vermemek
- disturb
- rahat vermemek
- beleaguer
- rahat vermemek
- badger
- rahat vermemek
- to bother, to pester, to badger, to harass, to persecute
- renk vermemek
- not to show one's colours
- renk vermemek/ini belli etmemek
- 1. to keep one's true thoughts and feelings to oneself, not to show one's true colors. 2. to act as if one is unaware of something, feign ignorance
- rolün hakkını vermemek
- underplay
- sayı vermemek
- shut out
- ses vermemek
- not to answer, not to reply
- sofra kurallarına uymayana bira vermemek
- sconce
- sonuç vermemek
- give no result
- sonuç vermemek
- yield no result
- sır vermemek
- to keep dark
- taviz vermemek
- make no compromises
- taviz vermemek
- not give an inch
- taviz vermemek
- non-compromise
- taviz vermemek
- make no concessions
- tenezzül edip cevap vermemek
- vouchsafe smb. no answer
- tepki vermemek
- (deyim) not bat an eyelid
- tepki vermemek
- (deyim) not bat an eye
- umutlandırıp vermemek
- tantalize
- ver
- seise
- ver
- favourwith
- ver
- reach
She did not decide to be a singer until she reached the age of twenty.
- O yirmi yaşına ulaşıncaya kadar bir şarkıcı olmaya karar vermedi.
The people crowded round the injured man, but they made way for the doctor when he reached the scene of the accident.
- İnsanlar yaralı adamın etrafına toplandılar fakat doktor olay yerine yaklaştığında ona yol verdiler.
- ver
- cede
- vicdanı el vermemek
- to scruple
- yeterli gıdayı vermemek
- underfeed
- yüz vermemek
- discountenance
- yüz vermemek
- to keep sb at arm's length, to keep sb at a distance, to give sb the cold shoulder
- önem vermemek
- to ignore, to discount
- önem vermemek
- make light of