She bought him a dog. However, he was allergic to dogs, so they had to give it away.
- Ona bir köpek aldı. Ancak, o köpeklere alerjisi vardı, bu yüzden birine vermek zorunda kaldı.
All Tom wanted was to find a woman who would accept all the love he had to give.
- Tom'un bütün istediği onun vermek zorunda olduğu tüm aşkı kabul edecek bir kadın bulmaktı.
I'm here to give you a special offer.
- Size özel bir teklif vermek için buradayım.
We have three hours to decide whether we're going to accept their offer.
- Onların teklifini kabul edip etmeyeceğimize karar vermek için üç saatimiz var.
This serves to show how honest she is.
- Bu onun ne kadar dürüst olduğunu göstermek için hizmet vermektedir.
The recipe serves six people.
- Yemek tarifi altı kişiye hizmet vermektedir.
He wants to impart his wisdom to you.
- O, bilgeliğini sana vermek istiyor.
I don't want to pay through the nose for a hotel room.
- Bir otel odasına dünya kadar para vermek istemiyorum.
I had to lend Tom money so he could pay his rent.
- Kirasını ödeyebilsin diye Tom'a parayı ödünç vermek zorunda kaldım.
I want to give him a present for his birthday.
- Doğum günü için ona bir hediye vermek istiyorum.
Tom has to give a presentation.
- Tom bir sunum vermek zorunda.
Layla didn't want to surrender her virginity.
- Leyla bekaretini vermek istemedi.
Why must you give away all of my secrets?
- Neden bütün sırlarımı dışarı vermek zorundasın?
Maybe they don't want to give away their positions.
- Belki de onlar pozisyonlarını vermek istemiyorlar.
You have to allow for the boy's age.
- Çocuğun yaşı nedeniyle izin vermek zorundasın.
Tom stepped aside to allow Mary to pass.
- Tom Mary'nin geçmesine izin vermek için kenara çekildi.
Instead of giving each other Christmas presents this year, we donated the amount we would have spent on presents to a charity.
- Bu yıl birbirimize Noel armağanları vermek yerine hediyeler için harcayacağımız miktarı hayır kurumuna bağışladık.
I'm here to give you a special offer.
- Size özel bir teklif vermek için buradayım.
Television is a very important medium for giving information.
- Televizyon bilgi vermek için çok önemli bir araçtır.
It's difficult to answer this question.
- Bu soruya cevap vermek zor.
Tom didn't want to answer the question.
- Tom soruya cevap vermek istemedi.
You have to allow for the boy's age.
- Çocuğun yaşı nedeniyle izin vermek zorundasın.
Tom stepped aside to allow Mary to pass.
- Tom Mary'nin geçmesine izin vermek için kenara çekildi.
Tom isn't old enough to vote.
- Tom oy vermek için yeterince yaşlı değil.
It is their right to vote.
- Oy vermek onların hakkı.
You just have to promise me one thing.
- Sen bana yalnızca bir şey için söz vermek zorundasın.
They had to promise to obey the laws of Mexico.
- Meksika yasalarına uymak için söz vermek zorunda kaldılar.
My daughter wants to teach in high school.
- Kızım lisede ders vermek istiyor.
I killed him to teach him a lesson. He talks too much. Next time he will keep his words to himself.
- Bir ders vermek için onu öldürdüm. O çok konuşuyor. Bir dahaki sefere sözlerini kendisine saklayacak.
He tried in vain to put an end to their heated discussion.
- Onların hararetli tartışmaya bir son vermek için boşuna uğraştı.
Sami wanted to end his life.
- Sami kendi hayatına son vermek istedi.
I don't lend my books to any of the students.
- Öğrencilerden herhangi birine kitaplarımı ödünç vermek istemiyorum.
It is stupid of you to lend him your money.
- Paranı ona ödünç vermek senin aptallığın.
Waitress, I'd like to order.
- Garson, sipariş vermek istiyorum.
Would you like to order?
- Sipariş vermek ister misiniz?
Today we went to the ballot box to vote for the European Parliament.
- Bugün Avrupa Parlamentosu ile ilgili oy vermek için seçim sandığına gittik.
I want to put an end to the quarrel.
- Ben tartışmaya bir son vermek istiyorum.
Scientists are working hard to put an end to AIDS.
- Bilim adamları AIDS'e son vermek için harıl harıl çalışıyorlar.
I opened the window to let in some fresh air.
- Biraz temiz havanın girmesine izin vermek için pencereyi açtım.
I had to let Tom win.
- Tom'un kazanmasına izin vermek zorunda kaldım.
The company employs 22 full-time staff.
- Şirket tam gün çalışan 22 personele iş vermektedir.
You must cherish your freedoms.
- Özgürlüklerine değer vermek zorundasın.
The president was nice enough to respond to my letter.
- Başkan benim mektubuma cevap vermek için yeterince kibardı.
It's easy to respond to that question.
- O soruya cevap vermek kolaydır.
This serves to show how honest she is.
- Bu onun ne kadar dürüst olduğunu göstermek için hizmet vermektedir.
The recipe serves six people.
- Yemek tarifi altı kişiye hizmet vermektedir.
Being too nervous to reply, he stared at the floor.
- O, cevap vermek için çok fazla sinirli olduğu için yere baktı.
Sorry, I still don't know enough to reply in Esperanto.
- Üzgünüm, Esperanto cevap vermek için hâlâ yeterince bilmiyorum.
Don't bother to respond.
- Karşılık vermek için rahatsız olma.
Tom has to make a decision soon.
- Tom yakında bir karar vermek zorunda.
We have to make a decision soon.
- Yakında bir karar vermek zorundayız.
I don't have enough money to advertise.
- İlan vermek için yeterli param yok.
To preach is easier than to practice.
- Vaaz vermek uygulamaktan daha kolaydır.
I didn't want to interrupt the discussion.
- Görüşmeye ara vermek istemedim.
Layla entered the courtroom to testify.
- Leyla ifade vermek için mahkeme salonuna girdi.
Sami was there to testify against Layla.
- Sami, Leyla'ya karşı ifade vermek için oradaydı.
I am very happy to see you.
- I'm very glad to see you.
I am very happy to see you.
- I am very glad to see you.
Ben az önce bu MP3 çaların en son sürümünü satın aldım.
- I just bought the latest version of this MP3 player.
Tatoeba'nın yeni sürümünü görmeye çok sabırsızlanıyorum.
- I'm very impatient to see the new version of Tatoeba.