I think I'm gonna sneeze. Give me a tissue.
- Sanırım hapşıracağım... Bana bir mendil ver.
Give it to me, please.
- Onu bana ver, lütfen.
Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback.
- İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..
The export of arms was not allowed.
- Silah ihracatına izin verilmedi.
I can't answer this question. I don't know anything about those issues.
- Ben bu soruya cevap veremem. Bu konular hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
I voted for the bond issue.
- Tahvil ihracı lehinde oy verdim.
We tried to figure out the problem our professor had given us, but it seemed confusing.
- Profesörün bize verdiği problemi çözmeye çalıştık fakat karışık görünüyordu.
Allen was given a problem that was impossible to solve.
- Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.
I cannot render a judgment on that.
- Bu konuda bir karar veremiyorum.
Television is a very important medium for giving information.
- Televizyon bilgi vermek için çok önemli bir araçtır.
Recently, they have not been giving her her paycheck on time.
- Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.
My uncle gave him a present.
- Amcam ona bir hediye verdi.
I took one, and gave the other apples to my little sister.
- Birini ben aldım, diğer elmaları ise küçük kız kardeşime verdim.
I took it for granted that she would agree with me.
- Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.
The college granted him a scholarship.
- Üniversite ona bir burs verdi.
That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine!
- Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!
The college bestowed an honorary degree on him.
- Üniversite ona fahri doktora unvanı verdi.
I took it for granted that she would agree with me.
- Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.
Lincoln granted liberty to slaves.
- Lincoln kölelere özgürlük verdi.
She gives too much money to her son.
- O oğluna çok fazla para veriyor.
That store gives good service.
- O mağaza iyi hizmet veriyor.
Tom thought about reaching for his gun, but decided not to.
- Tom silahına davranmayı düşündü fakat yapmamaya karar verdi.
She did not decide to be a singer until she reached the age of twenty.
- O yirmi yaşına ulaşıncaya kadar bir şarkıcı olmaya karar vermedi.
I am very happy to see you.
- I'm very happy to see you.
I am very happy to see you.
- I am very glad to see you.