Definition of varlıklar in Turkish English dictionary
- assets
Layla's assets were frozen.
- Leyla'nın mal varlıkları donduruldu.
Layla and Sami separated and split their small assets.
- Leyla ve Sami küçük varlıklarını ayırıp bölüştüler.
- (Ticaret) holdings
- beings
Let's respect the animals, because they are sentient beings.
- Hayvanlara saygı gösterelim çünkü onlar duyarlı varlıklardır.
One of these lucky beings was Hans.
- Bu şanslı varlıklardan biri Hans'tı.
- nature
- varlık
- {i} entity
- varlık
- {i} wealth
He is wealthy in appearance but not in reality.
- O görünüşte varlıklı fakat gerçekte değildir.
He looks wealthy, but actually he's not.
- O varlıklı görünüyor fakat aslında değil.
- varlık
- living creature
- varlık
- asset
Layla's assets were frozen.
- Leyla'nın mal varlıkları donduruldu.
Many people these days are asset-rich but time-poor.
- Birçok kişi bugünlerde varlık açısından zengin ama zaman açısından fakir.
- varlık
- {i} creature
Most creatures in the sea are affected by pollution.
- Denizdeki varlıkların çoğu kirlilikten etkilendi.
Why are women such bothersome creatures?
- Kadınlar niçin böyle can sıkıcı varlıklardır.
- varlık
- {i} existence
She lives on another plane of existence.
- O, başka bir varlık düzleminde yaşıyor.
- varlık
- {i} property
- varlık
- {i} presence
Senin varlığın benim yaşama sevincim - Your presence in my life is a source of joy.
He wrote the article Exobiological Presence in Alpha Centauri.
- O Alfa Centauri'deki egzobiyolojik varlık makalesini yazdı.
- varlık
- {i} possession
Sami left all of his possessions behind.
- Sami bütün varlıklarını geride bıraktı.
- maddi olmayan duran varlıklar
- (Denizcilik) Intangible Fixed Assets
- tükenmeye tabi varlıklar
- (Denizcilik) Assets subject to depletion
- varlık
- existence, presence, being " mevcudiyet; living creature, being; life" " yaşam, hayat; entity; wealth, riches, affluence, opulence; assets
- varlık
- circumstances
- varlık
- {i} critter
- varlık
- {i} circumstance
- isim verilmiş varlıklar
- (Bilgisayar) named entities
- maddi duran varlıklar
- (Ticaret) property plant and equipment
- maddi duran varlıklar
- (Ticaret) tangible-fixed assets
- maddi varlıklar
- (Ticaret) tangible assets
- reel varlıklar
- (Ticaret) real assets
- soyut varlıklar
- intangibles
- varlık
- riches
- varlık
- life
Layla's life as a wealthy lady was a mirage.
- Varlıklı bir bayan olarak Leyla'nın yaşamı bir seraptı.
- varlık
- (Ticaret) resource
- varlık
- affluence
- varlık
- pelf
- varlık
- opulence
- varlık
- real property
- varlık
- being
Let's respect the animals, because they are sentient beings.
- Hayvanlara saygı gösterelim çünkü onlar duyarlı varlıklardır.
Man is a rational being.
- İnsan mantıklı bir varlıktır.
- varlık
- subsistence
- varlık
- {i} means
- cansız varlıklar
- inanimate entities
- varlık
- the entity
- varlık
- the being
- Varlık
- entry
- biyolojik varlıklar grubu
- (Ticaret) group of biological assets
- cari olmayan varlıklar
- (Ticaret) non-current assets
- doğal varlıklar
- (Hukuk) natural assets
- evrensel ortak varlıklar
- (Ticaret) global commons
- fiziki varlıklar
- (Ticaret) physical assets
- fiziksel varlıklar
- (Ticaret) physical assets
- karşılık varlıklar
- (Hukuk) reserve assets
- kültürel varlıklar
- (Hukuk) cultural assets
- likid varlıklar
- (Politika, Siyaset,Ticaret) liquid assets
- maddi olmayan duran varlıklar
- (Ticaret) intangible long lived assets
- maddi sabit varlıklar defteri
- (Ticaret) plant ledger
- maddi varlıklar
- tangible property
- muhtelif varlıklar
- (Ticaret) sundry assets
- net ulusal varlıklar
- (Hukuk) net domestic assets
- sabit varlıklar
- capital assets
- toplam varlıklar
- (Hukuk) total assets
- varlık
- stock
- varlık
- presence, being present
- varlık
- existence, being
- varlık
- possessions
Sami left all of his possessions behind.
- Sami bütün varlıklarını geride bıraktı.
- varlık
- estate
- varlık
- wealth, riches
- varlık
- living creature; inanimate, created thing
- varlık
- havings
- varlık
- mammon
- varlık
- criter
- varlık
- essence