utanma

listen to the pronunciation of utanma
Turkish - English
{i} shame

Tom has no sense of shame. - Tom'un utanma duygusu yok.

A shameless liar speaks smilingly. - Utanmaz bir yalancı gülümseyerek konuşur.

embarrassment
blush, shame, feeling ashamed
confusion
blush
being ashamed
feeling ashamed
meanness
abashment
(deyim) reddening
compunction
embarrass

Don't feel embarrassed. These things happen. - Utanmayın. Olur böyle şeyler.

Tom thinks Mary won't be embarrassed. - Tom, Mary'nin utanmayacağını düşünüyor.

utanmak
be embarrassed
utanmak
{f} be ashamed

There is nothing you have to be ashamed of. - Utanmak zorunda olduğun bir şey yok.

utan
shame on you
utanmak
blush
utanmak
be shy
utanmak
embarrassed
utanmak
to be embarrassed
utanmak
shock
utanmak
to be ashamed

There is nothing you have to be ashamed of. - Utanmak zorunda olduğun bir şey yok.

utanmak
feel cheap
utanmak
be ashamed of

There is nothing you have to be ashamed of. - Utanmak zorunda olduğun bir şey yok.

utanmak
ashamed

There is nothing you have to be ashamed of. - Utanmak zorunda olduğun bir şey yok.

utan
{f} abashed
utan
{f} blush

With joy and shame, she blushed to her ears. - Sevinç ve utanç ile o, kulaklarına kadar kızardı.

The man blushed like a boy. - Adam bir çocuk gibi utandı.

utan
{f} blushing
utanmak
outrageous
utan
{f} ashamed

I'm ashamed to say that it's true. - Onun gerçek olduğunu söylemeye utandım.

He was ashamed of the grades he got. - Aldığı notlardan utandı.

utanmak
to be ashamed (of), to be embarrassed, to blush, to feel cheap, to look small, to feel small
utanmak
blush with shame
utanmak
to be shy or bashful
utanmak
feel small
utanmak
feel shame at
utanmak
look small
utanmak
to feel too ashamed to (do something)
utanmak
to be too shy to (do something)
utanmak
to be ashamed, feel ashamed
Turkish - Turkish
Utanmak durumu, teeddüp
Utanma duygusu
yüz
utanma duygusu
İnsanın ruh dünyasında oluşan utanç duygusu
Utanmak
mahcup olmak
Utanmak
arlanmak
Utanmak
(Osmanlı Dönemi) TAHAŞİ
utanmak
Onursuz sayılacak veya gülünç olacak bir duruma düşmekten üzüntü duymak, korkmak, mahcup olmak
utanmak
Sıkılmak: "Hayır, edebiyattan değil, karşısında şimdiden aczini duyduğum okuyucudan utanıyorum."- A. Haşim. Çekinmek: "Birbirimizden utanarak karşı karşıya on dakika sustuk."- Y. Z. Ortaç
utanmak
Onursuz sayılacak veya gülünç olacak bir duruma düşmekten üzüntü duymak, korkmak, mahcup olmak: "Düğün sofrasında kendisinden başka böyle çatal tutanı göremeyince pek utandı."- A. Gündüz
utanmak
Çekinmek
utanmak
Sıkılmak