elusive criminal arrested.
They held her in high esteem as their benefactor.
- Onlar, hayırseverleri olarak onu yüksek itibarda tuttu.
He held a pen in his hands.
- O, elinde bir kalem tutuyor.
They fixed the sign to the wall.
- Onlar tabelayı duvara tutturdular.
How much does a beer cost?
- Bir bira ne kadar tutar?
I would like to know how much it costs.
- Ne kadar tuttuğunu bilmek isterim.
Tom can't hold down a job. He's always getting fired.
- Tom bir mesleği tutamaz. O her zaman kovuluyor.
I barely restrained myself from vomiting.
- Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.
She screamed with horror as someone took hold of her arm.
- Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
Hold the vase with both hands.
- Vazoyu iki elinle tut.
I barely restrained myself from vomiting.
- Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.
Sometimes, the best response is to restrain yourself from responding.
- Bazen en iyi yanıt, kendinizi yanıt vermekten uzak tutmaktır.
We had to retain a lawyer.
- Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık.
Where can I get hold of a good tax lawyer?
- Nerede iyi bir vergi avukatı tutabilirim?
Tom and Mary's new puppy chews up everything he can get hold of, including Tom's new slippers.
- Tom ve Mary'nin yeni köpeği, Tom'un yeni terlikleri de dahil olmak üzere, elinde tuttuğu her şeyi çiğnemektedir.
To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
- Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.
The fat woman was holding a monkey.
- Şişman kadın bir maymun tutuyordu.
You have to hold back.
- Kendini tutmak zorundasın.
Tom tried to hold back his tears.
- Tom gözyaşlarını tutmaya çalıştı.
The police held back the crowd.
- Polisler kalabalığı geride tuttu.
The police held back the protesters.
- Polis protestocuları geri tuttu.
Reason promises us its support, but it does not always keep its promise.
- Sebep bize destek sözü verir ancak her zaman sözünü tutmaz.