Definition of tutturma in Turkish English dictionary
- fastening
- fixing
- keying
- fixation
- retaining
- bonding
- tutturmak
- bond
- tutturmak
- insist
- tut
- held
She held my arm firmly.
- O, kolumu sımsıkı tuttu.
He held his breath while watching the match.
- Maçı izlerken nefesini tuttu.
- tutturmak
- {f} stick
- tutturmak
- braid
- tutturmak
- {f} attach
- tut
- {f} fix
They fixed the sign to the wall.
- Onlar tabelayı duvara tutturdular.
- tut
- cost
This diamond costs a fortune.
- Bu elmas servet tutar.
The cost of the air fare is higher than of the rail fare.
- Uçak bileti ücretinin tutarı tren bileti ücretinden daha yüksek.
- tutturmak
- anchor
- tutturmak
- engage
- tutturmak
- mount
- tutturmak
- connect
- tutturmak
- catch
- tutturmak
- retain
- tutturmak
- insist upon
- tutturmak
- fix
- tutturmak
- attach with
- tut
- hold down
Tom can't hold down a job. He's always getting fired.
- Tom bir mesleği tutamaz. O her zaman kovuluyor.
- tut
- got hold of
- tut
- {f} restrained
I barely restrained myself from vomiting.
- Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.
- tut
- {f} sustaining
- tut
- {f} hold
I hope I can hold on to my job.
- Sanırım mesleğime tutunabilirim.
You're holding my hand in the photo.
- Fotoğrafta elimi tutuyorsun.
- tut
- choke back
- tut
- {f} withholding
- tut
- {f} withheld
- tut
- restrain
He could no longer restrain himself.
- O artık kendini tutamadı.
I barely restrained myself from vomiting.
- Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.
- tut
- retain
We had to retain a lawyer.
- Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık.
- tut
- get hold of
Tom and Mary's new puppy chews up everything he can get hold of, including Tom's new slippers.
- Tom ve Mary'nin yeni köpeği, Tom'un yeni terlikleri de dahil olmak üzere, elinde tuttuğu her şeyi çiğnemektedir.
Where can I get hold of a good tax lawyer?
- Nerede iyi bir vergi avukatı tutabilirim?
- tut
- {f} retained
- tut
- maintain at
- tut
- {f} holding
The fat woman was holding a monkey.
- Şişman kadın bir maymun tutuyordu.
You're holding my hand in the photo.
- Fotoğrafta elimi tutuyorsun.
- tut
- withhold
- tut
- hold back
Tom tried to hold back his tears.
- Tom gözyaşlarını tutmaya çalıştı.
Tom couldn't hold back his tears.
- Tom gözyaşlarını tutamadı.
- tut
- held down
- tut
- held back
The police held back the crowd.
- Polisler kalabalığı geride tuttu.
The police held back the protesters.
- Polis protestocuları geri tuttu.
- tut
- {f} seizing
- tutturmak
- affix
- tutturmak
- importune
- tutturmak
- hold
- tutturmak
- fasten
- tutturmak
- hold together
- tutturmak
- nail down
- tutturmak
- nail
- geçici olarak tutturma
- tack
- metal tutturma
- metal bonding
- toka ile tutturma
- enclasping
- tut
- heldback
- tut
- helddown
- tut
- support
Reason promises us its support, but it does not always keep its promise.
- Sebep bize destek sözü verir ancak her zaman sözünü tutmaz.
- tut
- chokeback
- tutturmak
- stick together
- tutturmak
- tack
- tutturmak
- to fasten, tack, or nail (something) together with; to sew (something) together with; to glue (something) together
- tutturmak
- bind
- tutturmak
- infix
- tutturmak
- to get (something) into one's head and go on about it insistently
- tutturmak
- to get started (doing something)
- tutturmak
- stereotype
- tutturmak
- to maintain (something) obstinately, assert (something) obstinately
- tutturmak
- rub in
- tutturmak
- latch
- tutturmak
- tack together
- tutturmak
- to have (someone) hold (something)
- tutturmak
- to maintain, keep (something) going, carry on
- tutturmak
- to let (someone) hold (something)
- tutturmak
- clip
- tutturmak
- clasp
- tutturmak
- to hit (a target, a mark); to succeed in getting (a certain grade or score). tutturabildiğine (selling something) for as much as one can get, for whatever the market will stand
- tutturmak
- pin
- tutturmak
- to cause to hold; to attach; to fasten; to pin; to clip; to insist, to assert, to nag
- tutturmak
- hasp
- tutturmak
- seam together
- tutturmak
- be hung up on
- tutturmak
- key