tutma

listen to the pronunciation of tutma
Turkish - English
interception
inhibition
retention
hold, holding, detention
grab iron
day laborer
(söz) redemption
grasp

Curdken ran up to her and wanted to grasp some of the hair from her head. - Curdken ona doğru koştu ve onun başından bir tutam saç tutmak istedi.

containment
prehension
vogue
take

Tom didn't have enough money to take a taxi. - Tom'un bir taksi tutmak için yeterli parası yoktu.

We should take his youth into account. - Onun gençliğini göz önünde tutmalıyız.

tackle
gripping
hold

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

Tom had no way of knowing that the dam wouldn't hold. - Tom barajın tutmayacağını bilemezdi.

suppression
restraint
catch

Have you ever tried to catch snowflakes on your tongue? - Hiç dilinde kar taneleri tutmaya çalıştın mı?

The children tried to catch snowflakes on their tongues. - Çocuklar dillerinde kar taneleri tutmaya çalıştılar.

seizure
holding

Sami dropped everything he was holding. - Sami tutmakta olduğu her şeyi düşürdü.

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

repression
suppress
(Spor) lift
rent
conservation
set
grapple
(Biyokimya) fixation
fit
grip

You must grip that dagger this way. - O hançeri bu şekilde tutmalısın.

detention
check
adsorption
support

Reason promises us its support, but it does not always keep its promise. - Sebep bize destek sözü verir ancak her zaman sözünü tutmaz.

{i} keeping

Food prices are at their highest level since the United Nations Food and Agriculture Organization began keeping records in 1990. - Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Kurumu 1990'da kayıt tutmaya başladığından beri, yiyecek fiyatları en yüksek seviyesindedir.

He has a habit of keeping the door open. - Onun kapıyı açık tutma alışkanlığı var.

{i} seizing
clutch
charter
catchment
retentiveness
take&advantage&of
sustention
tutmak
hold

Slotted spoons have a particular role in the traditional absinthe ritual. They are used to hold a sugar cube over a glass as one dissolves it into her drink with cold water. - Oluklu kaşıklar geleneksel pelin ayininde belirli bir role sahiptir.Onlar bir adet küp şekeri soğuk suyla bardaklarının içine eritmek için küp şekeri bardağın üstünde tutmak için kullanılır.

The handle of this pan is easy to hold. - Bu tavanın sapını tutmak kolaydır.

tutmak
{f} keep

It'll keep you warm - Seni sıcak tutar She keeps a diary - Günlük tutuyor. He keeps the books - Defter tutuyor.

In the development of Lojban, efforts were consistently made since the initial phase to keep the language culturally neutral. - Lojban'ın geliştirilmesinde, dili ilk aşamasından beri tarafsız tutmak için çabalar tutarlı olarak yapılmıştır.

I didn't mean to keep it secret. - Bunu gizli tutmak niyetinde değildim.

göz önünde tutma
consideration

She should take into consideration the advice of her mother. - O, annesinin tavsiyesini göz önünde tutmalıdır.

tutma havzası
catchment area
tutma yeteneği olan
prehensile
tutmak
{f} retain

We had to retain a lawyer. - Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık.

tutmak
{f} book

I will lend you the books, which I have at my disposal, on condition that you keep them clean. - Onları temiz tutmak şartıyla sana elimdeki kitapları ödünç vereceğim.

tutmak
{f} cost
tutmak
hold on
tutmak
{f} contain
akılda tutma
retention
Tutmak
capture
göz hapsinde tutma
probation
tut
held

She held my arm firmly. - O, kolumu sımsıkı tuttu.

He held his breath while watching the match. - Maçı izlerken nefesini tuttu.

tutmak
{f} clutch
tutmak
{f} gather
tutmak
{f} affect
tarafını tutma
(Hukuk) favour
tutmak
held
tutmak
{f} stifle
balık tutma
fishing

I often go fishing in the river. - Ben sık sık nehirde balık tutmaya giderim.

I went fishing last Monday. - Geçen Pazartesi balık tutmaya gittim.

göz önünde tutma
allowance

The lawyer asked the judge to make allowance for the age of the accused. - Avukat yargıca suçlananların yaşlarını göz önünde tutmasını rica etti.

sımsıkı tutma
grasp
sır tutma
secrecy
tutmak
hire

It wasn't my idea to hire her. - Onu tutmak benim fikrim değildi.

Tom wanted to hire us both, but he said he could only hire one of us. - Tom ikimizi de tutmak istedi, ancak yalnızca bizden birini tutabileceğini söyledi.

tutmak
{f} charter
tutmak
{f} inhibit
tutmak
hire on
tutmak
{f} strangle
tutmak
{f} withhold
muaf tutma
release
tut
{f} fix

They fixed the sign to the wall. - Onlar tabelayı duvara tutturdular.

tutmak
{f} save
(defter) tutma
keeping
birbirini tutma
coherence
birbirini tutma
correspondence
defter tutma
(Ticaret) record keeping
defter tutma
(Ticaret) book keeping
defter tutma
(Ticaret) book-keeping
elde tutma
(Kanun,Ticaret) withholding
elde tutma
holding
elektron tutma
(Çevre) electron capture
emme ve tutma
(Askeri) sorption
gizli tutma
stealth
hesap tutma
accounting
kendini tutma
self-restraint
kendini tutma
self discipline
kendini tutma
self-control
kendini tutma
self-denial
muaf tutma
exempting
sıkı tutma
clasp
sır tutma
hugger-mugger
tut
cost

I would like to know how much it costs. - Ne kadar tuttuğunu bilmek isterim.

This diamond costs a fortune. - Bu elmas servet tutar.

tutmak
aggregate
tutmak
seize
tutmak
rent
tutmak
last
tutmak
work

On a hot summer day, the air conditioner works all day to keep us cool. - Sıcak bir yaz gününde, klima bizi serin tutmak için bütün gün çalışır.

He had worked hard to keep Kansas peaceful. - Kansas'ı huzurlu tutmak için çok çalıştı.

tutmak
sticking
tutmak
maintain at
tutmak
approve of
tutmak
make sick
tutmak
take hold of
tutmak
(Konuşma Dili) hold by
tutmak
iyi tutmak
tutmak
attack
tutmak
(İnşaat) trap
tutmak
fix
tutmak
hold down
tutmak
fit
tutmak
bridle
tutmak
employ
tutmak
maintain
tutmak
play
tutmak
take up
tutmak
ad here
tutmak
grab

I had to grab her to keep her from falling. - Onun düşmesini engellemek için onu tutmak zorunda kaldım.

tutmak
hold on to
tutmak
hang on
tutmak
intercept
tutmak
expose
tutmak
deem
tutmak
stand for
tutmak
(Dilbilim) pick up
tutmak
clasp
tutmak
stay

If you want to stay a member of this club, you have to fish or cut bait. - Bu kulübün bir üyesi kalmak istiyorsanız balık tutmak ya da yem kesmek zorundasınız.

tutmak
go over
tutmak
(deyim) catch hold of
tutmak
(Argo) nail
tutmak
amount to
tutmak
like

I'd like to keep expenses down. - Giderleri düşük tutmak istiyorum.

This looks like a good spot for fishing. - Bu balık tutmak için iyi bir nokta gibi görünüyor.

tutmak
(deyim) carry out
tutmak
sustain
tutmak
corral
tutmak
take effect
tutmak
have

You have to hold back. - Kendini tutmak zorundasın.

We have to keep our dog tied. - Köpeğimizi bağlı tutmak zorundayız.

tutmak
stop
tutmak
possess
tutmak
make

I make sure to keep my computer secure. - Bilgisayarımı güvende tutmak için gerekeni yapıyorum.

Make no mistake: we do not want to keep our troops in Afghanistan. We seek no military bases there. - Yanlış yapmak yok: Biz birliklerimizi Afganistan'da tutmak istemiyoruz. Biz orada askeri üs aramıyoruz.

çerçeve tutma
(Bilgisayar) hold frames
tut
hold down

Tom can't hold down a job. He's always getting fired. - Tom bir mesleği tutamaz. O her zaman kovuluyor.

tut
got hold of
tut
{f} restrained

I barely restrained myself from vomiting. - Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.

tut
{f} sustaining
tut
{f} hold

She screamed with horror as someone took hold of her arm. - Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.

Hold the vase with both hands. - Vazoyu iki elinle tut.

tut
choke back
tut
{f} withholding
tut
{f} withheld
tut
restrain

Sometimes, the best response is to restrain yourself from responding. - Bazen en iyi yanıt, kendinizi yanıt vermekten uzak tutmaktır.

I barely restrained myself from vomiting. - Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.

tut
retain

We had to retain a lawyer. - Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık.

tut
get hold of

Sami tried to get hold of his brother. - Sami erkek kardeşini tutmaya çalıştı.

Tom and Mary's new puppy chews up everything he can get hold of, including Tom's new slippers. - Tom ve Mary'nin yeni köpeği, Tom'un yeni terlikleri de dahil olmak üzere, elinde tuttuğu her şeyi çiğnemektedir.

tut
{f} retained
tut
maintain at
tut
{f} holding

He was holding a large box in his arms. - O, kollarında büyük bir kutu tutuyordu.

The fat woman was holding a monkey. - Şişman kadın bir maymun tutuyordu.

tut
withhold
tut
hold back

You have to hold back. - Kendini tutmak zorundasın.

Tom couldn't hold back his anger. - Tom öfkesini tutamadı.

tut
held down
tut
held back

The police held back the crowd. - Polisler kalabalığı geride tuttu.

The police held back the protesters. - Polis protestocuları geri tuttu.

tut
{f} seizing
tutmak
curb
tutmak
lay hands on
tutmak
repress
tutmak
restrain

Sometimes, the best response is to restrain yourself from responding. - Bazen en iyi yanıt, kendinizi yanıt vermekten uzak tutmaktır.

tutmak
hold back

The girl tried hard to hold back her tears. - Kız gözyaşlarını tutmak için çok gayret etti.

You have to hold back. - Kendini tutmak zorundasın.

tutmak
catch
tutmak
bite
tutmak
bind
tutmak
hold in
tutmak
detain
tutmak
take

Tom didn't have enough money to take a taxi. - Tom'un bir taksi tutmak için yeterli parası yoktu.

I'll do whatever it takes to keep you next to me. - Seni yanımda tutmak neye mal olursa olsun yapacağım.

tutmak
book up
tutmak
say
yüze tutma
adsorption
elinden tutma
hand holding
gizli tutma
blackout
kayıt tutma
record keeping
mekan tutma
space to keep
sıkıca tutma
cling
tabi tutma
needed to keep
tutmak
get hold
tutmak
keep of

This net here is to keep off mosquitoes. - Buradaki ağ, sivrisinekleri uzak tutmak içindir.

tutmak
retaın
tutmak
{f} engage
akrabasını tutma
partisanship
akrabasını tutma
nepotism
atıp tutma
rant
atıp tutma
gas
avukat tutma
brief
avukat tutma
briefing
ayakta alkış yağmuruna tutma
standing ovation
ayrı tutma
sequestration
ayrı tutma
(Hukuk) exemption
babaları tutma
fit of anger
basit usulde defter tutma
bookkeeping by single entry
birbirini tutma
(Hukuk) cohesion
birbirini tutma sınayıcısı
(Bilgisayar,Teknik) consistency checker
defter tutma
bookkeeping

Tom adopted our method of bookkeeping. - Tom defter tutma metodumuzu benimsedi.

defter tutma sistemi
(Ticaret) set of accounts
dengede tutma
stabilization
dosya tutma
(Elektrik, Elektronik) file maintenance
esir tutma
slavery
etkin yüze tutma
activated adsorption
fiyatları sabit tutma
price maintenance
göz önünde tutma
account

We should take his youth into account. - Onun gençliğini göz önünde tutmalıyız.

gıcık tutma
(Konuşma Dili) a coughing fit
hariç tutma
exception
hariç tutma
dispensation
hariç tutma
excluding
heyheyleri tutma
wingding
iki tarafı da tutma
bipartisanship
ikili usulde defter tutma
bookkeeping by double entry
ipleri elinde tutma
wirepulling
kabuk tutma
incrusting
kabuk tutma
encrusting
kayıtlara uyarak araziyi elinde tutma
copyhold
kendini tutma
aplomb
kendini tutma
self command
kendini tutma
constraint
English - English

Definition of tutma in English English dictionary

tut
A tutorial
tut
To make a tut tut sound of disapproval
tut
{e} expressing dislike
tut
See tut tut
tut
Be still; hush; an exclamation used for checking or rebuking
tut
A word used in Lincolnshire for a phantom, as the Spittal Hill Tut Tom Tut will get you is a threat to frighten children Tut-gotten is panic-struck Our tush is derived from the word tut
tut
If you tut, you make a sound with your tongue touching the top of your mouth when you want to indicate disapproval, annoyance, or sympathy. He tutted and shook his head. tut-'tut tutted tutting to express disapproval by making a tut sound
tut
Tut is used in writing to represent the sound that you make with your tongue touching the top of your mouth when you want to indicate disapproval, annoyance, or sympathy
tut
Society Alt Ntul
tut
A hassock
tut
An imperial ensign consisting of a golden globe with a cross on it
Turkish - Turkish
(Hukuk) Tutuklama
Tutmak işi
Destekleme
Bazı takım oyunlarında ayakla veya vücutla karşı takım oyuncusunun davranışına engel olma, gölgeleme, markaj
Geçici işçi, yanaşma, uşak, hizmetçi
(Osmanlı Dönemi) AHZ
(Osmanlı Dönemi) zapt
tutmak
Anlamak, farkına varmak
tutmak
İzlemek
tutmak
Avlamak: "Dalyan işletiyorum, tuttuğumuz balığı tekrar denize döküyoruz."- R. H. Karay
TUT
(Osmanlı Dönemi) f. Dut
Tutmak
zapt etmek
Tutmak
(Osmanlı Dönemi) MASH
tut
Eski Mısır'da kullanılan Kıpti takviminin ilk ayı
tutmak
Yemek hafifçe yanmak
tutmak
Edinmek, peyda etmek
tutmak
Ay başına kadar bana ödünç versene."- M. Ş. Esendal
tutmak
Kaplamak: "Tabanı otuz, otuz beş metre kadar tutan bir eşkenar üçgen biçimindedir."- T. Buğra
tutmak
Bir yerde kalmasını sağlamak
tutmak
Avlamak
tutmak
Saymak
tutmak
İşgal etmek
tutmak
Bir cümlede fiilden önce ve fiilin kipinde veya sıfat-fiil durumunda kullanıldığında o fiilin anlattığı işin çok beklenmediği, umulmadığı veya çok uygun düşmediği hâlde yapıldığını anlatır
tutmak
Yaklaştırmak
tutmak
Biriktirmek, tasarruf etmek: "Sen metelik tutuyorsun gibi geliyor bana
tutmak
Elde bulundurmak, ele almak: "Kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu."- Ö. Seyfettin
tutmak
Bir sanat eseri geniş ilgi görmek
tutmak
Takım oyunlarında karşı takımdaki bir oyuncuyu yakından izlemek, gölgelemek, markaja almak
tutmak
Hürriyetinden mahrum edip bir yere kapamak, tevkif etmek: "Vahşidir, hiçbir zaman onu kafeste tutmak mümkün değildir."- S. F. Abasıyanık
tutmak
Dokunmak, hasta etmek
tutmak
Bağlamak
tutmak
Herhangi bir durumda bulundurmak
tutmak
Hafifçe yanmak
tutmak
Ele geçirmek, yakalamak
tutmak
Sunmak. İşgal etmek. İzlemek: "Tepeden inince Değirmendere'ye hâkim bir iz tutacaksınız."- R. H. Karay
tutmak
Dokunmak
tutmak
Alıkoymak
tutmak
Bir kimsenin yerini almak
tutmak
Kocası olmak
tutmak
Var saymak, farz etmek
tutmak
Dokunmak; etkisini göstermek
tutmak
Etkisini göstermek, gerçekleşmek, yerine gelmek
tutmak
Bir yüzeyde görünür durumda olmak, kalmak
tutmak
Benimsemek, beğenmek
tutmak
Para toplamı...-e varmak
tutmak
Hürriyetinden mahrum edip bir yere kapamak, tevkif etmek
tutmak
Elde bulundurmak, ele almak
tutmak
Uygun gelmek, çelişmez olmak
tutmak
Herhangi bir anlayışla girişmek
tutmak
Kaplamak
tutmak
Yazı geçireceğim."- P. Safa
tutmak
Kullanmak
tutmak
Sürmek, zaman almak
tutmak
Herhangi bir durumda bulundurmak: "Seksen bir yaşında da olsa çalışmak insanı zinde tutuyor."- H. Taner
tutmak
Desteklemek, birinden yana çıkmak
tutmak
Otobüs, vapur, uçak vb. dokunmak, hasta etmek
tutmak
Denetimi ve yetkisi altına almak
tutmak
Ele geçirmek, yakalamak: "Evvela bu terbiyesiz köpeği tuttu, bağladı."- Ö. Seyfettin
tutmak
Bir kimsenin yerini almak: "Bak azizim, dedim, ben senin yerini tutamam."- Y. K. Karaosmanoğlu
tutmak
Yönelmek: "Oyuncular ağır ağır soyunma odasının yolunu tuttular."- H. Taner
tutmak
Ya yeşerir ya yeşermez."- Ş. Rado. İş görebilmek: "Eli ayağı tutsun, açlıktan ölmesin, yeterdi ona."- T. Buğra
tutmak
Uygun gelmek, çelişmez olmak: "Bir talih eseri olarak ondan gelen cevap benim kendi bulduklarımı tuttu."- R. N. Güntekin
tutmak
Giyinmesine yardım etmek
tutmak
Bağlamak: "Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım."- B. S. Erdoğan
tutmak
Bırakmamak
tutmak
Beddua etkisini göstermek, gerçekleşmek, yerine gelmek: "Avradın ilenci tutarsa senin iki gözün kör olacak."- M. Ş. Esendal
tutmak
İçine girmek; girişmek, yapmak
tutmak
Yanında bulundurmak, alıkoymak
tutmak
Saymak: "Kadınların başında gördüğünüz bürümcükten, iç çamaşırlarından tutunuz da entarilik kaba pamuklulara kadar hepsi Osmanlı malı idi."- F. R. Atay
tutmak
Başlamak
tutmak
Alacağa veya vereceğe saymak
tutmak
Ağrımak, sancımak, musallat olmak
tutmak
Asılmak, kuvvetlice sarılmak
tutmak
Benimsemek, beğenmek: "Ama öylelerini de çevresinde kimse sevmemiş, tutmamıştır."- T. Buğra
tutmak
Biriktirmek, tasarruf etmek
tutmak
Ağrımak, sancımak, musallat olmak: "... poker oynanıyor
tutmak
Sunmak
tutmak
Asılmak, kuvvetlice sarılmak: "Üç kişi tutarlarmış da onu pencerenin önünden çekemezlermiş."- P. Safa
tutmak
Yenilirse kızıyor
tutmak
Yapışarak veya sokularak çıkmaz olmak
tutmak
İş görebilmek
tutmak
Beklenen sonucu vermek
tutmak
Beklenen sonucu vermek: "Toprağa atılan her tohum bir ümittir
tutmak
Başı tutuyor, komşu doktorun hizmetçisini çağırıp çenesini ovduruyor."- M. Ş. Esendal
tutmak
Alacağa (veya vereceğe) saymak
tutmak
Kayıt, zabıt, not kelimelerine "etmek" anlamıyla yardımcı fiil olarak katılır
tutmak
Bırakmamak: "Baba sesini çıkarmadı, hatta öksürüğünü bile galiba tuttu."- P. Safa
tutmak
Hizmetine almak veya kiralamak: "Burada bir kat tuttum
tutmak
Yönelmek
tutmak
Kırağı, çiğ veya kar bir yüzeyde görünür durumda olmak, kalmak: "Şu yağan kar bir tutsun, seyreyle sen ertesi gün çocukları."- S. F. Abasıyanık
tutmak
Herhangi bir durumda kalmasını sağlamak
tutmak
Hedef olarak almak
tutmak
Tohum ya tutar ya tutmaz
tutmak
Uğramak
tutmak
Durdurmak, blokaj
tutmak
Bir işe herhangi bir anlayışla girişmek
tutmak
Ulaşmak, varmak: "Hayvanlar, Bağdat caddesini tutmuş, çalakamçı ilerliyor."- S. M. Alus
tutmak
Yaklaştırmak: "Biraz toz olsa mendilini burnuna tu(Tarih) "- A. Ş. Hisar
tutmak
Ulaşmak, varmak
tutmak
Gereğini yapmak, yerine getirmek
tutmak
Girişmek, yapmak: "Askerden sonra ne iş tutacağını bilmemek kahrediyordu Yusuf'u."- S. F. Abasıyanık
tutmak
Kaplamak, sarmak, bürümek
tutmak
Var saymak, farz etmek: "Haydi tutalım babasının bir günahı vardı, çekti."- M. Ş. Esendal
tutmak
Para toplamı ...-e varmak
tutmak
Askerlikte, bankacılıkta durdurmak, blokaj
tutmak
Giyinmesine yardım etmek: "Kucaklaşma sahanlıkta başlar ve ayakkabılarını çıkarıp karısının tuttuğu terliklerini giyene kadar Serdar'ın kolları boynunda kalır."- T. Buğra
tutmak
Hizmetine almak veya kiralamak
tutmak
Kaplamak, sarmak, bürümek: "Hey başları duman tutmuş dağlar, hey!"- Halk türküsü
English - Turkish

Definition of tutma in English Turkish dictionary

tut
hay aksi!
tut
tüh!
tut
vah!
tut
cik cik
tut
tut! Vah
tut
{ü} Tut, tut! Bir şeyin onaylanmadığını vurgulamak için söylenir: Tut, tut, you shouldn't be reading other people's mail! A, başkalarının
tut
Sus! Adam sen de! Tut
tutma
Favorites