Definition of travel in English Turkish dictionary
- {f} yolculuk etmek
Seninle yolculuk etmek istiyorum.
- I want to travel with you.
Tek başına yolculuk etmekten hoşlanır mısın?
- Do you like to travel by yourself?
- {f} gezmek
Dünyayı gezmek istiyorum.
- I want to travel around the world.
Ben fakir bir denizciyim, bu yüzden tekneyle gezmekten hoşlanmıyorum.
- I am a poor sailor, so I don't like to travel by boat.
- {f} seyahat etmek
Ben aya seyahat etmek istiyorum.
- I want to travel to the moon.
Yurt dışına seyahat etmek benim en sevdiğim şeylerden biridir.
- Traveling abroad is one of my favorite things.
- {i} yolculuk
Uzayı işgâl edeceğimiz ve Ay'a yolculuk yapacağımız gün yakında gelecek.
- The day will soon come when we will conquer space and travel to the moon.
Yalnız yolculuk ediyorum.
- I'm travelling alone.
- {i} seyahat
Seyahat çekiyle ödeyebilir miyim?
- May I pay with a travelers' check?
Bu yaz Avrupa'ya bisiklet ile seyahat edeceğim.
- I'll travel across Europe by bicycle this summer.
- {i} gezi
Geçtiğimiz yılın bu zamanında Filipinler'de geziyordu.
- He was traveling in the Philippines this time of last year.
Geçtiğimiz yıl bu zamanda Filipinler'de geziyordu.
- He was traveling in the Philippines this time last year.
- {f} kaçmak
- {i} seyahat etme
Yurt dışına seyahat etmek benim en sevdiğim şeylerden biridir.
- Traveling abroad is one of my favorite things.
Seninle seyahat etmek istiyorum.
- I want to travel with you.
- {f} k.dili. hızlı gitmek
- {f} dolaşmak
Tom, Avrupa'da dolaşmak istiyor.
- Tom wants to travel around Europe.
Tom, Avrupa'da dolaşmak istedi.
- Tom wanted to travel around Europe.
- {f} seyahat et
Zamanda geçmişe seyahat etmenin imkansız olduğu düşünülüyor.
- It is considered impossible to travel back to the past.
Yurt dışında seyahat etme fırsatım oldu.
- I had a chance to travel abroad.
- {f} işlemek
- {f} yol almak
- belli bir alanda gidip gelmek
- gazlamak
- almak
Yeni davranış kurallarını ihlâl etmekten yakalanan gençler seyahat özgürlüğü haklarını kaybedecekler, ve bu hakkı geri almak için parasız toplum işini tamamlamak zorunda kalacaklar.
- Youths who are caught violating the new rules on behaviour will lose their right to free travel, and will have to complete unpaid community work to earn it back.
Tüm çevre kasabalardan insanlar lâhana salatası almak için Mary'nin çiftliğine gitti.
- People from all the surrounding towns traveled to Mary's farm to buy her coleslaw.
- gitmek
Gemi ile gitmek arabayla gitmekten daha uzun sürüyor.
- Traveling by boat takes longer than going by car.
Yalnız seyahat etmek bir grupla gitmekten daha ilginçtir.
- It's more interesting to travel alone than to go on a group tour.
- topuklamak
- tüymek
- yolculuk yapmak
Üç gündür yolculuk yapmaktayız.
- We've been traveling for three days.
- hareket etmek
- geçmek
- dili hızlı gitmek
- muntazam ha
- (Nükleer Bilimler) gezinme
- yol gitmek
- gezip dolaşmak
- seyahatname
- {i} işleme
- hareket
Işık saniyede 186.000 millik bir hızla hareket eder.
- Light travels at a velocity of 186,000 miles per second.
Ses çok hızlı şekilde hareket eder.
- Sound travels very quickly.
- (Spor) steps yapmak
- seyahat yapmak
- görmek
Dan Linda'yı görmek için Londra'ya seyahat etti.
- Dan traveled to London to see Linda.
Fadıl, Leyla'yı görmek için Kahire'ye gitti.
- Fadil traveled to Cairo to see Layla.
- travel guide
- (Ticaret,Turizm) seyahat rehberi
- travelling
- yolculuk
Yalnız yolculuk ediyorum.
- I'm travelling alone.
Yolculuk etmek bugünlerde kolaydır.
- Travelling is easy these days.
- traveller
- {i} seyahat eden kimse
- traveling
- {s} gezici
Tom bir gezici satış temsilcisiydi.
- Tom was a traveling salesman.
- travel guide
- Gezi rehberi
- travel allowance
- yol parası
- travel around
- etrafında dolaşmak
- travel over
- katetmek
- travel sickness
- (Turizm) taşıt tutması
- travel agency
- seyahat acentası
- travel allowance
- harcırah
- travel allowance
- seyahat izni
- travel allowance
- yol masrafı
- travel along with
- yolculuk et
- travel around
- etrafında dolaş
- travel away
- uzaklara git
- travel bargain
- seyahat anlaşması
- travel bureau
- seyahat acentası
- travel by
- yolculuk et
- travel expenses
- harcırah
- travel expenses
- yol masrafları
- travel from hand to hand
- elden ele dolaşmak
- travel kit
- seyahat takımı
- travel light
- az eşya ile yolculuk yapmak
- travel non-stop
- molasız seyahat etmek
- travel on foot
- yürüyerek dolaş
- travel through
- molasız yolculuk yapmak
- travel accounts
- seyahat hesapları
- travel across
- seyahat boyunca
- travel agent
- seyahat acentası
Bir seyahat acentasına soralım.
- Let's ask a travel agent.
Seyahat acentası yanımıza bazı seyahat çekleri almamızı önerdi.
- The travel agent suggested that we take some traveler's checks with us.
- travel agents
- seyahat acentaları
- travel bug
- Gezmeye karşı büyük isteği, hevesi olma. "She has got the travel bug.She never stays in the same place for a long time."
- travel bureau
- Seyahat acentesi
- travel bursary
- seyahat bursu
- travel companion
- gezi arkadaşı
- travel courier
- Seyahat rehberi
- travel diary
- seyahat günlüğü
- travel film
- yolculuk filmi
- travel folder
- turistik depliyan
- travel in disguise
- Kılık değiştirmiş seyahat
- travel insurance
- Seyahat sigortası
- travel light
- az eşyayla yolculuk yapmak
- travel log
- seyahat günlüğü
- travel on
- seyahat
- travel through
- seyahat yoluyla
- travel through time
- zamanda yolculuk yapmak
he can travell through time.
- travel through time
- Zamanda yolculuk
- travel trailer
- Seyahat Çeki
- travel voucher
- (Seyahat) Seyahat bileti kuponu. Seyahat şirketleri uçak kapasitesinden fazla bilet sattıklarında gönüllü olarak, bazı yolcuların uçaklarını bir sonraki uçakla değiştirmelerini isterler ve bunun için o gönüllü yolculara para öderler fakat çoğu havayolu şirketi para ödemek yerine başka bir yolculukta kullanılmak üzere travel voucher denilen kuponlardan verirler
- travel wise
- gezgin
- travel-sore
- yol yorgunu
- travel agency
- seyahat acentesi
- travel agency registry
- (Turizm) seyahat acentası sicili
- travel allowance
- (Askeri) YOLLUK: Yetkili makam tarafından verilen emirler gereğince yapılan seyahatlerdeki masraflar için ödenen para
- travel allowance
- yolluk
- travel allowance
- (Askeri) (ON SEPARATION) ASKERLİKTEN AYRILMA YOLLUĞU
- travel allowance
- seyahat tazminatı
- travel allowance advance
- (Askeri) yolluk avansı
- travel allowance advance
- (Askeri) YOLLUK: Yetkili makam tarafından verilen emirler gereğince yapılan seyahatlerdeki masraflar için ödenen para
- travel around the world
- dünyayı gezmek
- travel away
- uzaklara gitmek
- travel back and forth
- mekik dokumak
- travel beam
- (Bilgisayar) yolculuk ışın
- travel beep
- (Bilgisayar) yolculuk bip
- travel busy
- (Bilgisayar) yolculuk meşgul
- travel charger
- yolda şarj aleti
- travel content
- (Turizm) gezi içeriği
- travel contracts
- seyahat sözleşmeleri
- travel costs
- seyahat maliyeti
- travel decision
- (Turizm) seyahat kararı
- travel expenditures
- turizm harcamaları
- travel expense
- (Ticaret) seyahat masrafı
- travel expense
- (Ticaret) yol masrafı
- travel expense
- (Askeri) seyahat gideri
- travel expense
- harcırah
- travel expense law
- harcırah kanunu
- travel expenses
- (Ticaret) yol gideri
- travel first class
- birinci mevkide seyahat etmek
- travel for learning
- (Turizm) eğitim amaçlı seyahat
- travel help
- (Bilgisayar) yolculuk yardım
- travel in literature
- edebiyatta gezi
- travel informatin manual
- (Turizm) seyahat danışma el kitabı
- travel keys
- Gezinti tuşları
- travel light
- az eşyayla seyahat etmek
- travel marketing
- (Turizm) seyahat pazarlaması
- travel marketing
- (Turizm) seyahat pazarlama
- travel mix
- (Askeri) iniş karışımı
- travel move
- (Bilgisayar) yolculuk taşı
- travel no
- (Bilgisayar) yolculuk hayır
- travel office
- seyahat ofisi
- travel order
- (Askeri) SEYAHAT EMRİ, GÖREV EMRİ: Bir şahsa veya topluluğa, kıta ile intikalden ayrı olarak, trenle veya başka bir nakil vasıtası ile seyahat yetkisi veren resmi emir
- travel pay
- (Askeri) TERHİS YOLLUĞU: Terhis edilen bir ere, askere alındığı noktaya dönmesi için ödenen nakil vasıtası ücreti
- travel pay
- (Askeri) terhis yolluğu
- travel pen
- (Bilgisayar) yolculuk kalem
- travel photography
- seyahat fotoğrafçılığı
- travel range
- hareket alanı
- travel required
- (Bilgisayar) seyahat gerekli
- travel requisites
- gezi gereçleri
- travel resistant factors
- (Turizm) seyahate direnç faktörleri
- travel restrictions
- seyahat kısıtlamaları
- travel the city
- şehri gezmek
- travel ticket
- gezi bileti
- travel up
- (Bilgisayar) yolculuk yukarı
- travel wait
- (Bilgisayar) yolculuk bekle
- travel with troops
- (Askeri) KITA İLE SEYAHAT: Bir kıta ile birlikte yapılan seyahat. Bu gibi yolculuklarda nakil vasıtası ücreti ve ikamet yevmiyesi ödenmez
- travel with troops going
- (Askeri) giden kıta ile seyahat
- travel with troops going
- (Askeri) GİDEN KITA İLE SEYAHAT: Giden bir kıta ile, bir yerden başka bir yere seyahat
- travel with troops returning
- (Askeri) DÖNEN KITA İLE SEYAHAT: Bir kıta ile birlikte bir yerden başka bir yere seyahat
- transoceanic travel
- (Askeri) AÇIK DENİZ YOLCULUĞU: Deniz veya hava yolu ile yapılan ve suüstü gemileriyle yapıldığı takdirde, açık deniz gemilerinden faydalanmayı gerektiren bütün yolculuklar
- travelling
- {s} gezici
- maritime travel
- Deniz seyahati
- air travel
- hava yolculuğu
Tom hava yolculuğundan nefret eder.
- Tom hates air travel.
O, hava yolculuğunun tehlikeli olduğunun düşünüldüğü günlerde yaşadı.
- He lived in the days when air travel was considered dangerous.
- angular travel
- açısal yer değişimi
- angular travel method
- açısal yer değişim usulü
- angular travel method
- (Askeri) açısal hız usulü
- description and travel
- betimleme ve seyahat
- description and travel
- seyahat ve betimleme
- leisure travel agent
- (Turizm) dinlence seyahat acentası
- rail travel
- demiryoluyla yolculuk yapma
- reverse travel
- (Otomotiv) geri hareket
- traveled
- seyahat konusunda deneyimli
- traveling
- seyahat ederek
Yaz tatillerimin dörtte üçünden fazlasını seyahat ederek geçirdim.
- I spent more than three-quarters of my summer vacations traveling.
Tom ve Mary dünya çapında seyahat ederek bir yıl geçirdi.
- Tom and Mary spent a year traveling around the world.
- traveling
- seyahat etme
- traveling
- (Spor) top taşıma (steps)
- traveling
- (Spor) topu sürmeden adım atma
- traveller
- seyahat eden
- traveller
- gezer
- traveller
- gezgin
Ben yalnızca ruhun saflığını arayan bir gezginim.
- I am just a traveller who seeks the purity of the soul.
Ben çok gezgin değilim.
- I am not much of a traveller.
- traveller
- gezici
- travelling
- kaydırma
- travelling
- (Askeri) ilerleme
- travelling
- seyahat ederek
Zengin olsam zamanımı seyahat ederek geçiririm.
- If I were rich, I'd pass my time in travelling.
- travelling
- seyahat etmek
Hayatım boyunca, tüm dünyada seyahat etmekten ve birçok farklı uluslarda çalışmaktan büyük zevk aldım.
- Throughout my life, I've had the great pleasure of travelling all around the world and working in many diverse nations.
Dünyayı seyahat etmekten hoşlanıyor gibi görünüyorsun.
- It seems you enjoy travelling the world.
- world travel
- (Bilgisayar) dünya gezisi
- business travel
- iş seyahati
- cause to travel
- seyahat etmesine yol aç
- clutch pedal free travel
- debriyaj pedalı aralığı
- foreign travel
- dış turizm
- sea travel
- deniz yolculuğu
- traveled
- {f} seyahat et
Babam hava yoluyla dünyanın her yerine seyahat etti.
- My father traveled all over the world by air.
Tom ve Mary Japonya etrafında seyahat etti.
- Tom and Mary traveled around Japan.
- traveling
- {f} seyahat et
Tom hava yoluyla seyahat etmekten kaçınmaya çalışır.
- Tom tries to avoid traveling by air.
O, seyahat etmeye alışkındır.
- She is used to traveling.
- travelled
- çok gezmiş
- travelled
- çok seyahat etmiş
- travelled
- {f} seyahat et
Onlar benimle Avrupa çapında seyahat etti!
- They travelled all throughout Europe with me!
Biz ülkenin her yerinde seyahat ettik.
- We travelled all over the country.
- traveller
- yolcu
Ve yolcular onu hatırlıyor mu?
- And do the travellers remember him?
- travelling
- {f} seyahat et
Seyahat etmeyi gerçekten severim.
- I really like travelling.
O, arkadaşıyla seyahat etmeye gitti.
- She went travelling with her friend.
- water travel
- su yolculuğu
- astral travel
- Astral seyahat: Okültizm’de ve Teozofi'de kullanılan bir terim olup, kişinin uyku gibi ruh ve beden bağlarının gevşediği hallerde esîrî beden ya da astral beden (Spiritüalizm’de duble) denilen süptil maddelerden oluşan bedeniyle fiziksel bedeni dışında, bilinci yerinde olarak, başka mekanlarda dolaşmak üzere yaptığı yolculuğu ve bu bedeniyle geçirdiği deneyimleri ifade eder
- bad news travel fast
- kötü haber seyahat hızlı
- experienced in travel
- deneyimli seyahat
- forward travel of a flat ski
- ileri düz bir kayak seyahat
- opportunities for travel
- seyahat fırsatları
- time travel
- Zamanda yolculuk
- travelling
- seyahat
O, hava yoluyla yurtdışına seyahat etmekten hoşlanıyor.
- He likes travelling abroad by air.
Onun seyahat için büyük bir merakı var.
- He has a great fancy for travelling.
- Reversing the travel direction
- (Tekstil) Hareket yönünün değişmesi
- angular travel
- (Askeri) AÇISAL YER DEĞİŞİMİ: Hareket halindeki bir hedef tarafından, belirli bir zamanda katedilen açısal mesafe. Bu mesafe; açısal hızın hedef seyir süresi ile çarpımına eşittir. Açısal yer değişimi, hedefin seyir süresi sırasında gözetleme noktasındaki açının değişmesiyle ölçülür
- angular travel method
- (Askeri) AÇISAL YER DEĞİŞİM USULÜ; AÇISAL HIZ USULÜ: Hedefin, yan ve yükseklik bakımından açısal yer değişim hızına dayanarak atış esaslarını hesaplama metodu. Ayrıca bakınız: " linear travel method"
- armchair travel
- (deyim) seyehatle ilgili seyler okumak
- daily travel card
- (Turizm) günlük seyahat kartı
- freedom of travel
- (Kanun) seyahat hürriyeti
- inclusive travel
- (Turizm) götürü yolculuk
- indicator travel
- gosterge yolalimi
- joint Federal travel regulations
- (Askeri) müşterek Federal seyehat yönetmeliği
- joint travel regulations
- (Askeri) MÜŞTEREK SEYAHAT YÖNETMELİĞİ: JOINT UNITED STATES MILITARY ADVISORY GROUP: ABD MÜŞAVERE GRUBU: JOINT UNITED STATES MILITARY ADVISORY AND PLANNING GROUP: ABD MÜŞTEREK ASKERİ İSTİŞARE VE PLANLAMA GRUBU: JOINT UNITED STATES MILITARY MISSION FOR AID TO TURKEY (JUSMMAT): AMERİKAN ASKERİ YARDIM KURULU: ABD. nin Türkiye'ye yapmakta olduğu askeri yardımları organize ve tatbikatını kontrol etmek üzere Türkiye'de kurulmuş olan müşterek askeri yardım kurulu
- joint travel regulations
- (Askeri) müşterek seyahat yönergesi
- leave travel allowance
- (Askeri) İZİN YOLLUĞU, İZİN HARCIRAHI
- overseas travel
- (Ticaret) yurt dışı yolculuk
- pen travel
- kalem yolalimi
- pet travel scheme
- (Tarım) ev hayvanları seyahat planı
- piston travel
- piston seyri
- rack travel
- (Otomotiv) kremayer hareketi
- rack travel
- (Otomotiv) kramiyer hareketi
- salary and travel allowances
- (Ticaret) maaşlar ve harcırahlar
- salary and travel allowances
- (Ticaret) seyahat ödenekleri
- space travel
- uzay yolculuğu
Yakın gelecekte uzay yolculuğu artık sadece bir hayal olmayacak.
- In the near future, space travel will no longer be just a dream.
Uzay yolculuğu artık bir hayal değil.
- Space travel is no longer a dream.
- staff travel
- (Politika, Siyaset) personel yolculuğu
- target system analysis; theater storage area; travel security advisory
- (Askeri) hedef sistem analizi; harekat alanı depolama yeri; seyahat güvenlik danışmanı
- traveled
- işlek
- traveled
- çok gezmiş
- traveled
- {s} çok seyahat etmiş
- traveling
- {s} seyahat
Yurt dışına seyahat etmek benim en sevdiğim şeylerden biridir.
- Traveling abroad is one of my favorite things.
Yurt dışında seyahat söz konusu değil.
- Traveling abroad is out of the question.
- traveling
- {s} seyyar
Tom bir seyyar satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- Tom makes a living as a traveling salesman.
Bill'in babası bir seyyar satıcıydı.
- Bill's father was a traveling salesman.
- travelled
- s., İng., bak. traveled
- travelled
- gezici
- travelled
- seyahati dolayısıyle tecrübe edinmiş
- travelled
- trave yol al/yolculuk yap
- travelled
- işlek