Tüm yapmanız gereken düğmeye dokunmak.
- All you have to do is touch the button.
Ben bir çocukken, böceklere dokunmak beni bir parça rahatsız etmezdi. Şimdi neredeyse onların resimlerine bakmaya katlanamıyorum.
- When I was a kid, touching bugs didn't bother me a bit. Now I can hardly stand looking at pictures of them.
Yaşlı Alman posta taşıyıcı hediye işaretli pakete dokunmak istemedi.
- The old German mail carrier did not want to touch the package marked gift.
E-posta yoluyla iletişimi sürdürelim.
- Let's keep in touch by e-mail.
O, onun mümkün olan en kısa sürede onunla iletişim kurmasını istiyor.
- She'd like him to get in touch with her as soon as possible.
Benim soğuk bir dokunuşum var. Bu çok kötü.
- I've a touch of a cold. That's too bad.
Onunla iletişim kurmaya çalıştığımda Pamela evde olmalıydı fakat telefona cevap vermedi.
- Pamela must have been at home when I tried to get in touch with her, but she didn't answer the telephone.
Polisle bağlantı kurmaya çalıştım.
- I tried to get in touch with the police.
Bu bir dokunmatik ekran, onun üzerinde görüntülenen kontrolleri çalıştırmak için parmaklarını kullanabilirsin.
- This is a touchscreen, so you can use your fingers to operate the controls which are displayed on it.
Cümleler kelimelere içerik getirir. Cümlelerin kişilikleri vardır. Onlar komik, akıllı, aptal, anlayışlı, dokunaklı, incitici olabilirler.
- Sentences bring context to the words. Sentences have personalities. They can be funny, smart, silly, insightful, touching, hurtful.
O tavaya dokunmayın! O çok sıcak.
- Don't touch that pan! It's very hot.
Bu eve kadın eli değmesi lazım.
- This house needs a feminine touch.
Onunla bağlantı kurmak istiyorum.
- I want to get in touch with him.
Tom, Mary ile e-posta vasıtasıyla bağlantı kurabilir.
- Tom can get in touch with Mary by email.
Bu konuyla ilgili seninle tekrar temasa geçeceğim.
- I will get in touch with you again about this matter.
Ben seninle temas kuracağım.
- I will get in touch with you.
Liköre dokunan dudaklar benimkine dokunmayacaklar.
- Lips that touch liquor shall not touch mine.
Tom öğle yemeğine dokunmadı.
- Tom didn't touch his lunch.
Ben şimdi son rötuşları yapıyorum.
- I'm adding the finishing touches now.
Birkaç son rötuş eklerim.
- I add a few finishing touches.
Her parents had caught her touching herself when she was fifteen.
He performed one of Ravel's piano concertos with a wonderfully light and playful touch.
Clever touches like this are what make her such a brilliant writer.
With the lights out, she had to rely on touch to find her desk.
He promised to keep in touch while he was away.
Move it left just a touch and it will be perfect.
Suddenly, in the crowd, I felt a touch at my shoulder.
There was his mistress, Maria Morano. I don't think I've ever seen anything to touch her, and when you work for the screen you're apt to have a pretty exacting standard of female beauty.