Onlar yüz yüze durdu.
- They stood face to face.
Yalın gerçeklikle yüz yüze gelmelisin.
- You ought to face the stark reality.
Bununla yüzleşmek zorunda kalacaksın.
- You will have to face it.
Gerçeklerle yüzleşmek her zaman kolay değildir.
- It is not always easy to face reality.
Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.
- I saw his face in the dim light.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Bir dinozorla yüz yüze gelmek eğlenceli bir deneyimdi.
- Coming face to face with a dinosaur was a funny experience.
Tom onunla tek başına yüz yüze gelmek zorunda değil.
- Tom doesn't have to face it alone.
Madeni paranın önündeki sözleri anlamıyorum.
- I don't understand the words on the face of the coin.
Yaşlılık nedir? Önce isimleri unutursun, sonra yüzleri unutursun, sonra fermuarını çekmeyi unutursun, sonra onu indirmeyi unutursun.
- What is old age? First you forget names, then you forget faces, then you forget to pull your zipper up, then you forget to pull it down.
Facebook'taki arkadaşlarının resimlerine bakmak vakit kaybıdır.
- Looking at your Facebook friends' photos is a waste of time.
Onların hepsi Tom'a bakmak için döndü.
- They all turned to face Tom.
Kadınların yüzü giysilerini çıkardıklarında çoğunlukla daha güzeldir, zira onlar o zaman dış görünüşleri hakkında düşünmekten vazgeçerler.
- Women's faces are often more beautiful when they take their clothes off, for they then stop thinking about their external appearance.
Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- Nothing could be more reasonable, on the face of it.
Tom sık sık facebook'ta motivasyon alıntılar postalar.
- Tom often posts motivational quotes on Facebook.
Altı Facebook hesabımdan biri, Facebook tarafından askıya alındı.
- One of my six Facebook accounts was suspended.
Tom Mary'nin yüzünü asla görmek istemiyor.
- Tom doesn't want to see Mary's face ever again.
Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
- I don't want to see your faces.
Benimle tekrar o şekilde konuşursan, yüzünü parçalayacağım.
- If you talk to me that way again, I'm going to smash your face in.
İngiltere tehlikeli şekilde düşük gıda malzemeleri ile karşı karşıya idi.
- Britain faced dangerously low supplies of food.
O surat asıyorsa, bu sinirli olduğundan dolayıdır.
- If he makes that face it's because he's nervous.
Suratına bir yumruk attı.
- He punched her in the face.
Mutlu bir gülümsemeyle görünüşü kurtarabilirsiniz.
- You can save face with a happy smile.
Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- Nothing could be more reasonable, on the face of it.
Facebook'taki arkadaşlarının resimlerine bakmak vakit kaybıdır.
- Looking at your Facebook friends' photos is a waste of time.
O, karşısındaki çocuğuna baktı.
- She looked her child in the face.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Mutlu bir gülümseme ile yüzünüzü koruyabilirsiniz.
- You can save face with a happy smile.
Haberi aldığı için beti benzi attı.
- His face turned pale to hear the news.
Tom'un yüzü kötü bir biçimde çürük.
- Tom's face is badly bruised.
Şapkamı giymeyi unuttum ve yüzüm kötü biçimde güneşten yandı.
- I forgot to wear my hat and my face got badly sunburned.
Face the sun.
The face of the cliff loomed above them.
She has a pretty face.
Why the sad face?.
The fans cheered on the face as he made his comeback.
Turn the chair so it faces the table.
The bunkers faced north and east, toward Germany.
They turned to boat into the face of the storm.
I'm going to have to face this sooner or later.
He managed to show a bold face despite his embarrassment.
I'll be out in a sec, just let me put on my face.
... are going into retirement and dying. You will face problems in the aging of the population ...
... sumo wrestler sat on your face. ...