Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.
- Mother looked at me with tears in her eyes.
Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.
- My mother looked at me with tears in her eyes.
Gerçek bir keşif yolculuğuna çıkmak yeni manzaralar bulmakla olmaz ancak onlara yeni gözlerle bakmakla olur.
- The real journey of discovery doesn't consist in exploring new landscapes but rather in seeing with new eyes.
Gözlerinin içine bakmak için çok heyecanlıydım.
- I was too excited to look her in the eyes.
Baştan çıkarıcı bakışların var.
- You have bedroom eyes.
Tom'un gözlerinde terör bakışını gördüm.
- I saw the look of terror in Tom's eyes.
Sakin olmak için gözlerimi kapattım.
- I closed my eyes to calm down.
Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.
- This song is so moving that it brings tears to my eyes.
Tom'un delikli bir kaşı var.
- Tom has a pierced eyebrow.
Bu, Marika ile ilk defa göz göze gelmemiz.
- This is the first time I've looked Marika in the eye.
El sıktığımız zaman göz göze gelmeliyiz.
- Our eyes should meet when we shake hands.
Tom'un gözünü kim morarttı?
- Who gave Tom that black eye?
Top onun gözüne çarptı.
- The ball hit her in the eye.
Onun gözü şişmişti ve burnu kanıyordu.
- His eye was swollen and his nose was bleeding.
Benim kötü görüşüm var.
- I have poor eyesight.
Babamla aynı görüşü paylaşmıyorum.
- I don't see eye to eye with my father.
Onun iyi bir görme gücü vardır.
- He has a good eye sight.
Nazara inanıyor musunuz?
- Do you believe in the Evil Eye?
Senin gözlerinin altında mor halkalar var.
- You've got dark circles under your eyes.
Şu anda iyi uyumuyorum ve artık gözler altında halkalarım var.
- I'm not sleeping well currently and now have rings under the eyes.
They went out and eyed the new car one last time before deciding.
Far more annoying were the letters from parents of missing daughters and the private detectives who had begun showing up at his door. Independently of each other, the Cigrand and Conner families had hired “eyes” to search for their missing daughters.
He has an eye for talent.
That dress caught her eye.
When the car cut her off, she gave him the eye.
The car was quite pleasing to the eye, but impractical.
... blink of an eye. ...
... my eye my art its ...