John ve Mary birbirini seviyordu.
- John and Mary loved each other.
Birbirinizi tanıyor musunuz?
- Do you know each other?
İki köy birbirine bitişiktir.
- The two villages adjoin each other.
İki erkek kardeş birbirine gülümsedi.
- The two brothers smiled at each other.
İki erkek çocuk birbirlerini suçlamaya başladı.
- The two boys began to blame each other.
İki insan birbirlerini mükemmel şekilde anlıyorlardı, ve birbirlerinin güçlü niteliklerine karşılıklı saygıları vardı.
- The two men understood one another perfectly, and had a mutual respect for each other's strong qualities.
Küçük kız kardeşim ve ben çok fazla kovalamaca oynardık. Birbirimizi kovalardık ve kovalayan kişi kovalanana dokunmaya çalışır ve ona Sen ebesin! diye seslenirdi.
- My little sister and I used to play tag a lot. We would chase each other, and the one chasing would try to tag the one being chased and yell: You're it!
Japonya ve Çin, pek çok yönden birbirinden farklıdır.
- Japan and China differ from each other in many ways.
Küçük kız kardeşim ve ben çok fazla kovalamaca oynardık. Birbirimizi kovalardık ve kovalayan kişi kovalanana dokunmaya çalışır ve ona Sen ebesin! diye seslenirdi.
- My little sister and I used to play tag a lot. We would chase each other, and the one chasing would try to tag the one being chased and yell: You're it!
Biz ayrıldık, birbirimizi asla tekrar görmeyeceğiz.
- We parted, never to see each other again.
Maria and Robert loved each other.
... they're connected to each other through like a tiny, ...
... with ten kids. And they're, like, wrestling with each other and throwing sand and, like, ...