to be under necessity or obligation; to be compelled; followed by an infinitive

listen to the pronunciation of to be under necessity or obligation; to be compelled; followed by an infinitive
English - Turkish

Definition of to be under necessity or obligation; to be compelled; followed by an infinitive in English Turkish dictionary

have
it has geçmi zaman had malik olmak
have
{f} almak

Bankada paçayı yırtmak ve A52 yi almak zorundasın. - You'll have to get off at the bank and take the A52.

Şimdi üç yıldır İngilizce eğitimi almaktayız. - We have been studying English for three years now.

have
eline ulaşmak
have
izin vermek

Onunla konuşmama izin vermek zorundasın. - You have to let me talk to her.

Gitmene izin vermek zorundayım. - I have to let you go.

have
doğurmak
have
{f} elde etmek

Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız. - To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.

Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak. - Tom will have only one chance to get that right.

have
geçirmek

Tom ile birkaç dakika yalnız geçirmek istiyorum. - I'd like to have a few minutes alone with Tom.

Çinli firmalar, dünya pazarını ele geçirmek için bir arayış başlattı. - Chinese firms have embarked on a quest to conquer the world market.

have
içmek

Bir fincan kahve daha içmek istiyorum. - I'd like to have another cup of coffee.

Bir yerde içki içmek için dışarı çıkmak ister misiniz? - Would you like to go out to have a drink somewhere?

have
sahip ol

Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır. - It is believed that whales have their own language.

Neyin doğru olduğuna inandığını açıkça söyleme cesaretine sahip olmalısın. - You ought to have the courage to speak out what you believe to be right.

have
davet etmek

Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var. - I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.

Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar. - I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.

have
{f} olmak

Mezun olmak için yeterli kredim yok. - I don't have enough credits to graduate.

Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı. - It must be nice to have friends in high places.

have
{i} kumpas
have
{i} hile

Ben ne zaman hile yaptım? - When have I ever cheated?

Ben hile yapma niyetim yok. Konu ne? - I have no intention of cheating. What's the point?

have
{f} kabul etmek

Böyle uygunsuz bir öneriyi kabul etmek zorunda değildin. - You didn't have to accept such an unfair proposal.

Önerilerinizi kabul etmekten başka seçeneğim yok. - I have no choice but to accept your proposals.

have
{i} varlıklı kimse
have
{f} bulunmak

Son zamanlarda, ekonominin hızla geliştiğine dair sinyaller bulunmaktadır. - Recently, there have been signs that the economy is picking up steam.

Siyasal etkinlikte bulunmak için zamanım yok. - I have no time to engage in political activity.

have
(fiil) sahip olmak, olmak, elde etmek, almak, yapmak, etmek, kabul etmek, göz yummak, aldatmak, dolandırmak, zorunda olmak, bulunmak
have
{f} etmek

Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız. - If we are to be there at six, we will have to start now.

Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var. - I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.

English - English
have
to be under necessity or obligation; to be compelled; followed by an infinitive

    Hyphenation

    to be un·der ne·ces·si·ty or obligation; to be compelled; followed by an in·fin·i·tive

    Pronunciation

Favorites