Bahçedeki tüm çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Bebek tüm gece ağladı.
- The baby cried all night.
Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.
- Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection.
Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
- Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
Bill her zaman dürüsttür.
- Bill is honest all the time.
Hepsi bununla tamamlandı.
- All is completed with this.
Onların hepsi lezzetliydi!
- All of it was delicious!
Şu ana kadar yaptığın bütün şey her şeye kusur bulmak, keşke daha yapıcı bir şey söyleyebilsen.
- All you ever do is nitpick. I wish you could say something more constructive.
Parlayan her şey altın değildir.
- All that glitters is not gold.
Herkes mutlu görünüyordu.
- They all looked happy.
O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
- That dispute has been settled once and for all.
Bana bir kez daha tüm güvenlik özelliklerini açıklayabilir misin?
- Could you explain all the safety features to me once again?
Tom'un tüm isimlerimizi hatırlayabilmesinden özellikle etkilendim.
- I'm particularly impressed that Tom could remember all of our names.
Bunu yapmak zorundasın, tıpkı hepimizin yaptığı gibi.
- You have to do it, just like we all do.
Bu giysinin içinde tıpkı bir sporcu gibi görünüyorum fakat gerçek şu ki hiç spor yapmam.
- I look for all the world like an athlete in this outfit, but the truth is I don't do any sports at all.
Ebeveynlerim Tom'u tekrar görmem için bana izin vermedi.
- My parents didn't allow me to see Tom again.
Bir bütün olarak tanımadan bir hatayı tekrarlamak hepsinin içinde en büyük hatadır.
- Repeating a mistake without recognizing it as one, is the biggest mistake of all.
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Tepe tamamen karla kaplıydı.
- The hill was all covered with snow.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Üzgünüm, mantıların tümü bitti.
- I'm sorry, we're all out of manti.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Tüm İngilizce sözcüklerin %80'i diğer dillerden gelmiştir.
- 80% of all English words come from other languages.
Ben uyandığımda, diğer tüm yolcular inmişti.
- When I woke up, all other passengers had gotten off.
Kuşun tüyleri tamamen saf altındı.
- The bird's feathers were all of pure gold.
Sami, Leyla'nın bütün sorularını saf saf yanıtladı.
- Sami naively answered all of Layla's questions.
Bu bütünüyle korkunç bir hata.
- This is all a terrible mistake.
O, bütünüyle tuhaf görünür.
- It all seems so strange.
O, bütün hayatı boyunca bekar kaldı.
- He remained single all his life.
Tom tüm hayatı boyunca şanslıydı.
- Tom has been lucky all his life.
O hepimizin en ağırıdır.
- He is the heaviest of us all.
Hepsi bununla tamamlandı.
- All is completed with this.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Tüm yapmanız gereken bu cümleyi ezbere öğrenmek.
- All you have to do is to learn this sentence by heart.
You’ve got it all wrong.
The score was 30 all when the rain delay started.
All my friends like classical music.
Don't want to go? All the better since I lost the tickets.
Some gave all they had.
He lost everything he owned.
- He lost all his belongings.
Everything's all right now.
- Everything is all right now.
She gave her all, and collapsed at the finish line.
she therefore ordered Jenny to pack up her alls and begone, for that she was determined she should not sleep that night within her walls.
He ate the whole apple.
- He ate all of the apple.
I was in Boston for almost the whole summer.
- I was in Boston almost all summer.
Everyone in his family is tall.
- His family members are all tall.
Everyone makes mistakes.
- All men are fallible.
Tom disregarded Mary's advice completely.
- Tom ignored all of Mary's warnings.
That doesn't make any sense.
- That makes no sense at all.
We didn't see any children at all.
- We did not see any children at all.
... United States, lacked enough money and other resources to provide food for all members ...
... of all, solar power is very nice, but it's twice as expensive as fossil fuel technology ...