to actively produce as a result, by means of force or authority

listen to the pronunciation of to actively produce as a result, by means of force or authority
English - Turkish

Definition of to actively produce as a result, by means of force or authority in English Turkish dictionary

cause
{f} yol açmak

Paniğe yol açmak istemiyoruz. - We don't want to cause a panic.

Herhangi bir soruna yol açmak istemiyoruz. - We don't want to cause any trouble.

cause
neden

Richter ölçeğine göre 8.9 büyüklüğünde bir deprem Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye neden oldu. - An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami.

Onun başarısızlığının ana nedeni tembelliktir. - The primary cause of his failure is laziness.

cause
{f} neden olmak, sebep olmak, yol açmak: What's caused this? Buna yol açan ne? Will it really cause my camellias to bloom earlier? Gerçekten
cause
{i} gaye
cause
{i}

Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var. - All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes.

İşçilerimiz buz fırtınasının neden olduğu hasarı onarmak için gece gündüz çalışıyorlar. - Our employees are working around the clock to fix the damage caused by the ice storm.

cause
{i} amaç

Burada iyi bir amaç için buradayız. - We're here for a good cause.

cause
{f} neden olma

Alarm için neden olmadığını anlıyorum. - I see no cause for alarm.

Tom bize daha fazla soruna neden olmak istemedi. - Tom didn't want to cause us any more trouble.

cause
tarafını tutmak
cause
{i} sorun

Tom bana çok sorun çıkarıyor. - Tom causes me a lot of trouble.

Soruna sebep olan sorunun kurbanı olacaktır. - Whoever causes trouble will be the victim of the trouble.

cause
final cause asıl gaye
cause
make common cause with işbirliği etmek
cause
{i} dava, ülkü: That's a cause worthy of one's devotion. Kendini adamaya değer bir dava. 4
cause
ülkü
cause
{i} dava konusu
cause
{i} dava

O, davaya hiçbir katkıda bulunmadı. - He contributed nothing to the cause.

Yakında hareket artmıyordu. Birçok kişinin cesareti kırıldı ve davadan ayrıldı. - Soon the movement was no longer growing. Many people became discouraged and left the cause.

cause
ilke

Bir boşanma duyduğumuzda biz bunun o iki kişinin temel ilkeler üzerinde anlaşmaya varma yetersizliğinden kaynaklandığını varsayıyoruz. - When we hear of a divorce we assume that it was caused by the inability of those two people to agree upon fundamentals.

cause
-e neden olmak
cause
(isim) neden, sebep, amaç, gaye, haklı neden, dava, dava konusu, sorun, problem, iş
cause
{i} neden, sebep, illet
English - English
cause

The explosion caused much damage to the building.

to actively produce as a result, by means of force or authority
Favorites