Askerin mezarını işaretlemek için yalnızca basit bir beyaz haç vardı.
- There was only a simple white cross to mark the soldier's tomb.
Öğretmen kağıtları işaretlemekle meşgul.
- The teacher is busy marking papers.
Doğru cevabı işaretleyin.
- Mark the right answer.
Bu işaret ne anlama geliyor?
- What does this mark mean?
Transistörün icadı yeni bir döneme damgasını vurdu.
- The invention of the transistor marked a new era.
Büyük çiftliklerde sığırlar genellikle damgalarla işaretlenirler.
- On large farms, cattle are usually marked with brands.
Ben gerçekten şimdiye kadar bunun hakkında hiç düşünmedim ama otobandaki şerit belirteçleri şaşırtıcı biçimde uzun.
- I never really thought about this until now, but the lane markers on the freeway are surprisingly long.
Yerlerinize... Hazır... Başla!
- On your marks, get set, go!
Herhangi bir yerde gidebileceğim bir bit pazarı var mı?
- Is there anywhere I can go to find a flea market?
Bu dönem notların ortalamanın oldukça altında.
- Your marks were well below average this term.
Arkadaşım, İngilizce sınavında iyi notlar aldı.
- My friend got good marks in the English examination.
Tom uzman bir keskin nişancıdır.
- Tom is a proficient marksman.
Tom mükemmel bir nişancıdır.
- Tom is an excellent marksman.
Doğru cevabı işaretleyin.
- Mark the right answer.
Öğretmen kağıtları işaretlemekle meşgul.
- The teacher is busy marking papers.
Öğretmen onun yok olduğunu göstermek için onun adının yanına bir işaret koydu.
- The teacher put a mark next to his name to show that he was absent.
Biz HTML'nin, temel bir kural olarak, açık ve kapalı etiketlerle işaretlenmiş elementler olduğunu açıkladık.
- We have explained that HTML is, as a basic rule, elements marked up with open and close tags.
Sami'nin yüzünün her yerinde çizikler vardı.
- Sami had marks all over his face.
Japonlar saygı belirtisi olarak her zaman eğilmezler.
- The Japanese do not always make a bow as a mark of respect.
Herkes bir iz bırakmak ister.
- Everyone wants to leave a mark.
Bir iz bırakmak istiyorum.
- I want to leave a mark.
Pazarlama bölümü ve satış bölümü hedefleri mutlaka aynı değildir.
- The objectives of the marketing department and the sales department are not necessarily the same.
Sizin tahmin hedeften uzak.
- You're wide of the mark.
New York'ta Ekim 1987 borsa krizi hâlâ etkili bir şekilde hatırlanmaktadır.
- The stock market crash of October 1987 in New York is still vividly remembered.
Çizgilerinize, hazırlanın, başlayın!
- On your marks, get set, go!
En kötü ihtimalle, ortalama bir puan alacağım.
- At worst, I will get an average mark.
En kötü ihtimalle, ortalama bir puan alacağım.
- At worst, I will get an average mark.
İngilizcede 100 üzerinden 90 puan aldı.
- He got 90 marks out of 100 in English.
And Barnabas was determined to take with them John, whose surname was Mark. But Paul thought it not good to take him with them, who departed from them in Pamphylia, and went not with them to the work. And the contention was so sharp between them, that they departed asunder from the other; and so Barnabas took Mark, and sailed to Cyprus.
And your name? she said, I suppose it's quite unremarkable? Very funny. Mark. It could stand as a symbol of for a man, for men as a category, she reflected,but I don't suppose that's why your mother gave it to you? My mother's motives always were inpenetrable to me. I was her only child, she wanted a simple life. So she gave me a simple name to go along with it. --- It wasn't a popular name until the nineteenth century. People were put of by King Mark in the Tristram and Iseult..
historical A common, or area of common land, especially among early Germanic peoples.
in the short story of western flavor he was a pioneer of mark, the founder of a genre: probably no other writer is so significant in his field.
What mark did you get in your history test?.
Now put the pastry in at 450 degrees, or mark 8.
... cars now mark I ...
... But honestly, if you really want to make your mark and you ...