Bunu yapmamız gereken yöntemin bu olmadığını biliyorsun.
- You know this isn't the way we should be doing this.
Bir hırsızın yöntemini sadece bir hırsız bilir.
- Only a thief knows the ways of a thief.
O, bu proje için en iyisidir.
- He is the best for this project.
Bizim restoran en iyisidir.
- Our restaurant is the best.
Merakım gelecekte çünkü hayatımın geri kalanını orada geçireceğim.
- My interest is in the future because I'm going to spend the rest of my life there.
Hayatımın geri kalanını pişman olarak geçirmek istemiyorum.
- I don't want to spend the rest of my life regretting it.
Bir insanın kalbi, yaklaşık olarak yumruğuyla aynı boyuttadır.
- A person's heart is approximately the same size as their fist.
Eyfel Kulesi, Louvre Müzesi ile aynı şehirdedir.
- The Eiffel Tower is in the same city as the Louvre Museum.
Herkes aynı şekilde düşünüyor.
- Everyone thinks the same way.
Tom tam olarak Mary gibi aynı şekilde hissediyor.
- Tom feels exactly the same way as Mary does.
Şeytanın var olmadığını düşünüyorum, bence insanlık onu yarattı,kendi hayalinde ve tasvirinde
- I think the devil doesn't exist, but man has created him, he has created him in his own image and likeness.
Tom şeytanın avukatını oynamada çok iyi değildir.
- Tom isn't very good at playing the devil's advocate.
Sağlık zenginliğin üstündedir, zira birincisi ikincisinden daha önemlidir.
- Health is above wealth, for the former is more important than the latter.
Joan ve Jane kız kardeş. Birincisi bir piyanisttir.
- Joan and Jane are sisters. The former is a pianist.
Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
- In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
İnsanlar hatalı olarak, geçmişin şimdikinden daha iyi olduğunu düşünürler.
- People mistakenly think that the past was better than the present.
Artanını ona bıraktım ve dışarı çıktım.
- I left the rest to him and went out.
Tom yarım şeftali yedi ve artanını bana uzattı.
- Tom ate half the peach and handed me the rest.
Günün geri kalan kısmında uyudum.
- I slept the rest of the day.
Lütfen bize hikayenin geri kalan kısmını anlat.
- Please tell us the rest of the story.
Taro, annesinin sağ tarafında.
- Taro is on the right side of his mother.
Sağ tarafı New York'ta iken, Tom'un evinin sol tarafı Connecticut'tadır.
- The left side of Tom's home is in Connecticut, while the right side is in New York.
Yolun sağ çatalına gittim.
- I took the right fork of the road.
En sağdaki şerit yapım aşamasındadır.
- The rightmost lane is now under construction.
O, dokuz yardın tamamını satın aldı.
- He bought the whole nine yards.
Ben hikayenin tamamını biliyorum.
- I know the whole of the story.
Sürücülerin uyması gereken kurallar şunlardır.
- The rules drivers should obey are the following.
Bu geçen gün kaybettiğim kalemin aynısı.
- This is the same pencil that I lost the other day.
Geçen gün bahsettiğim araba bu.
- This is the car I spoke of the other day.
O, geçenlerde bir sinemaya gitti.
- She went to a movie the other day.
Geçenlerde konuştuğumuz çocuk odur.
- He's the boy we spoke about the other day.
Ona mutlak hakikat dışında hiçbir şey söyleme.
- Don't tell her anything except the absolute truth.
Diktatörün tüm yardımcıları ile ilgili mutlak sadakatı vardı.
- The dictator had the absolute loyalty of all his aides.
Tom kargaya bir atış daha yaptı ama ıskaladı.
- Tom took another shot at the crow, but missed again.
Kargalar yuvalarını yapıyorlar.
- The crows make their nest.
Onun meşgul olduğu gerçeğine rağmen, o beni görmeye geldi.
- In spite of the fact that she was busy, she came to see me.
Onun zengin olduğu gerçeğine rağmen, o fakir olduğunu söylüyor.
- In spite of the fact that she's rich, she says she's poor.
Tom'un konuşabileceği iki dil sadece Fransızca ve İngilizcedir.
- The only two languages Tom can speak are French and English.
Niçin onların şikâyet ettikleri sadece benim? Onlar sadece beni örnek veriyorlar ve beni bir günah keçisi olarak kullanıyorlar.
- Why am I the only one they complain of? They're just making an example out of me and using me as a scapegoat.
Siparişi iptal ettim.
- I canceled the order.
Sipariş çok geç geldi.
- The order came too late.
Tom'un eserlerde çok sayıda projesi var.
- Tom has a lot of projects in the works.
Jorge Luis Borges'in eserleri yirmi beşten fazla dile çevrildi.
- The works of Jorge Luis Borges were translated into more than twenty-five languages.
Müttefikler denizde kazanıyorlardı.
- The Allies were winning at sea.
Müttefikler hiç boşa zaman harcamadı.
- The Allies wasted no time.
Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.
- The right mind is the mind that does not remain in one place.
Bana doğru saati söyle, lütfen.
- Tell me the right time, please.
Aşağıdaki cümleleri Japoncaya çevir.
- Translate the following sentences into Japanese.
10 a 1 ölçeğinde, lütfen aşağıdaki dillerdeki yeterliliğini sınıflandır.
- On a scale of 1 to 10, please rate your proficiency in the following languages.
Tom ertesi Cuma Mary'yi görmek için gitti.
- Tom went to see Mary the following Friday.
O, ertesi gün eve gideceğini söyledi.
- He said that he was going home the following day.
Hem balık hem de et besleyici fakat sonraki öncekinden daha pahalı.
- Fish and meat are both nourishing, but the latter is more expensive than the former.
Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.
- Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former.
Birini tanıyorum da ötekini değil.
- I know one of them but not the other.
Öteki takım bizi hafife aldı.
- The other team took us lightly.
Tom öbür odada uyudu.
- Tom slept in the other room.
Ben öbür yola bakmaktan kendimi tutamadım.
- I can't keep looking the other way.
Tom, hayatının geri kalanını Mary ile geçirmek istedi.
- Tom wanted to spend the rest of his life with Mary.
Merakım gelecekte çünkü hayatımın geri kalanını orada geçireceğim.
- My interest is in the future because I'm going to spend the rest of my life there.
Tam aradığın şeyi buldum.
- I found the very thing you had been looking for.
Tam sonuna kadar vazgeçme.
- Never give up till the very end.
Tom, Mary'nin kahve yapma şeklini sever.
- Tom likes the way Mary makes coffee.
Tom, Mary'yi bunu yapma şeklinden dolayı eleştirdi.
- Tom criticized Mary for the way she was doing that.
Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
- Tom spent the whole day reading in bed.
Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- Karam is the best student in the whole school.
That is the hospital to go to for heart surgery.
The cat is a solitary creature. (= “All cats are solitary creatures.”).
Feed the hungry, clothe the naked, comfort the afflicted, and afflict the comfortable.
I'm much the wiser for having had a difficult time like that.
That apple pie was the best.
It looks weaker and weaker, the more I think about it.
A stone hit him on the head. (= “A stone hit him on his head.”).
Why the devil have you got my pizza?.
Here is the one I want to buy.
I was in San Francisco just the other day.
You are teh haxor!.
Ye Olde Medicine Shoppe.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
He ate all of the apple.
- He ate the whole apple.
I was in Boston almost all summer.
- I was in Boston for almost the whole summer.
The time will come when you will regret this.
- The time will come when you will regret it.
When it came time to jump out of that airplane I was terrified. My heart was in my mouth.
- When the time came to jump out of that airplane I was scared stiff. My heart was pounding so hard I thought it would come out of my chest.