Tom began hesitantly.
- Tom tereddütle başladı.
Tom smiled hesitantly.
- Tom tereddütle gülümsedi.
He sold his own car without hesitation.
- O, hiç tereddüt etmeden kendi arabasını sattı.
His hesitation made me doubt.
- Tereddütü beni şüpheye düşürdü.
Tom's confidence is wavering.
- Tom'un güveni tereddütlü.
He wavered between going home and remaining at work in the office.
- Eve gitmek ve ofiste işte kalmak arasında tereddüt etti.