Neden bize nereye gittiğini anlatarak başlamıyorsun?
- Why don't you start by telling us where you went?
Neden bize seninle kimin gittiğini anlatarak başlamıyorsun?
- Why don't you start by telling us who went with you?
Tekrar tekrar aynı hikayeyi anlatmaya devam etti.
- He kept on telling the same story over and over.
Hiç Fransızca fıkra anlatmayı denedin mi?
- Have you ever tried telling a joke in French?
Onu dolaylı olarak anlatıyorsun, değil mi?
- You are telling it second hand, aren't you?
Onun ve Mary'nin Fuji dağına tırmandıkları zamanı Tom'un bana anlattığını hatırlıyorum.
- I remember Tom telling me about the time he and Mary had climbed Mt. Fuji.
Benim bu konuda ona canım bir şey söylemek istemiyor.
- I don't feel like telling her about it.
Tom'a ne olduğunu söylemenin nesi var?
- What's wrong with telling Tom what happened?
Bana ne demek istediğini söyle.
- Tell me what you mean.
Bize ne demek istediğini söyle.
- Tell us what you mean.
Tom Mary'ye hayat hikayesini anlatmak istemedi.
- Tom didn't want to tell Mary his life story.
O, eşine gerçeği anlatmakta tereddüt etmedi.
- He didn't hesitate to tell his wife the truth.
Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
- I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.
- To tell the truth, I am not your father.
Bir orijinali sahteden ayırt etmek zordur.
- It's difficult to tell an original from a fake.
İkizler o kadar benziyorlardı ki birbirinden ayırt etmek zordu.
- The twins were so alike that it was difficult to tell them apart.
Kimin gerçeği söylediğini anlamak zordur.
- It's hard to figure out who's telling the truth.
Lütfen adresini bana söyle.
- Please tell me your address.
Onu neden sevdiğini lütfen bana söyler misin?
- Could you please tell me why you love her?
Onun bilmek istediğini Tom'un Mary'ye söylememek için iyi bir nedeni var.
- Tom has a good reason for not telling Mary what she wants to know.
Tom bilmek istediğini sana söylemez.
- Tom won't tell you what you want to know.
Ne düşündüğünü tahmin etmek mümkün değil.
- There is no telling what he is thinking.
Ne zaman geleceğini tahmin etmek mümkün değil.
- There is no telling when they will come.
He's going to get quite a telling off if his dad ever finds out about it.
And in his lap a masse of coyne he told, / And turned vpsidowne, to feede his eye / A couetous desire with his huge threasury.
Please tell me the time.
Tell him to go away.
He seems to like to tell lies.
I want to tell you a story.
Cherry looks old, Mergenthaler told himself. His age is telling. Querulous — that's the word. He's become a whining, querulous old man absorbed with trivialities.
Time will tell what became of him.
... We are telling the history of the world in two hours, ...
... decide to do the evacuations when we're telling them? ...