Patronun sana saldırsa ve defolup gitmeni söylese bile, sen demek istediğini anlatmalısın.
- Even if you boss attacks you and tells you to go away, you should make your point.
Bize ne demek istediğini söyle.
- Tell us what you mean.
O, eşine gerçeği anlatmakta tereddüt etmedi.
- He didn't hesitate to tell his wife the truth.
Daha sonra ne olacağını anlatmak yok.
- There is no telling what will happen next.
Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
- I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
- To tell the truth, this matter does not concern it at all.
Jackson'ın ikizlerini ayırt etmek imkansız.
- It's impossible to tell the Jackson twins apart.
Bir orijinali sahteden ayırt etmek zordur.
- It's difficult to tell an original from a fake.
Onu neden sevdiğini lütfen bana söyler misin?
- Could you please tell me why you love her?
Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.
- Please tell me where you will live.
Ne olacağını tahmin etmek mümkün değil.
- There's no telling what'll happen.
Onun ne yapacağını tahmin etmek mümkün değil.
- There is no telling what he will do.
Onun bilmek istediğini Tom'un Mary'ye söylememek için iyi bir nedeni var.
- Tom has a good reason for not telling Mary what she wants to know.
Tom'a bilmek istediği şeyi söyleyemedim.
- I couldn't tell Tom what he wanted to know.
Kimin gerçeği söylediğini anlamak zordur.
- It's hard to figure out who's telling the truth.
Doğruyu söylemek gerekirse, onu sevmiyorum.
- To tell the truth, I don't like him.
Doğruyu söylemek gerekirse, günde iki paket sigara içerdim.
- To tell the truth, I used to smoke two packs a day.
Yalan söylemek yanlıştır.
- To tell a lie is wrong.
Ben yalan söylemenin yanlış olduğunu düşünüyorum.
- I think it's wrong to tell a lie.
Tom beni ihbar etmekle tehdit etti.
- Tom threatened to tell on me.
O bana ihbar etmekle tehdit etti.
- She threatened to tell on me.
talk angrily to someone beacuse they have done something wrong.
Yalan söylemek yanlıştır.
- To tell a lie is wrong.
Konumunu yitirdi çünkü yalan söylemekten kaçınmıştı.
- He lost his position just because he refused to tell a lie.
Aşk nedir? Doğrusunu söylemek gerekirse, hala bilmiyorum ne olduğunu.
- What is love? To tell the truth, I still don't know what it is.
Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.
- To tell the truth, I'm tired of violent movies.
Babam yatakta kitap okumamamı söyledi.
- My father told me not to read a book in my bed.
Bana bir CD aldığını söyledi.
- She told me that she had bought a CD.
Bütün gece hayalet hikâyeleri anlatarak uyanık kaldık.
- We stayed awake all night telling ghost stories.
Neden bize nasıl hissettiğini anlatarak başlamıyorsun?
- Why don't you start by telling us how you feel?
Daha sonra ne olacağını anlatmak yok.
- There is no telling what will happen next.
Tom fıkraları anlatmada iyi değildir.
- Tom isn't good at telling jokes.
Tom'a ne yapması söylenmişse onu yapıyor.
- Tom is only doing what he was told to do.
Tom'a daha önce bunu yapmak zorunda olduğu söylenmişti.
- Tom has already been told he has to do that.
Onu dolaylı olarak anlatıyorsun, değil mi?
- You are telling it second hand, aren't you?
Birdebire su aygırlarını bana niçin anlatıyorsun? O ve senin on iki kırmızı akvaryum balığının arasındaki bağlantıyı anlamıyorum.
- Why are you telling me about hippos all of the sudden? I don't see the connection between that and your twelve red goldfishes.
Tom herkese Fransızca konuşamadığını söylüyor fakat doğru değil.
- Tom tells everyone that he can't speak French, but that's not true.
Herkes bana sorunlarını söylüyor.
- Everybody tells me their problems.
Tom, Mary'ye kötü haberi söylemeyi mümkün olduğu kadar uzun süre erteledi.
- Tom had put off telling Mary the bad news for as long as possible.
Tom'a ne olduğunu söylemenin nesi var?
- What's wrong with telling Tom what happened?
And in his lap a masse of coyne he told, / And turned vpsidowne, to feede his eye / A couetous desire with his huge threasury.
Please tell me the time.
Tell him to go away.
He seems to like to tell lies.
I want to tell you a story.
Cherry looks old, Mergenthaler told himself. His age is telling. Querulous — that's the word. He's become a whining, querulous old man absorbed with trivialities.
Time will tell what became of him.
No, there's no way to tell.
The actress's earthy new book tells all.
They are identical twins, and if they dress the same, everybody has trouble telling them apart.
We're on the Air Force family planning routine. Mitch's been out of town so much we haven't even had a chance to try and get pregnant. / Tell me about it..
My sister told on me when I didn't go to school.
Years of drinking started to tell on his body.
Don't listen to him, he's telling tales.
Open source is a tell-all software development strategy.
I travelled there in 1996, no, I tell a lie, in 1997.
Can you tell us how you will motivate your students to learn?.
But how, pray tell, do you notice something that happens when you're asleep?.
Pray tell us, how will they fare while you are away?.
This may not be a good idea, but time will tell.
... could tell us a little bit more. ...
... SIDDHARTH VARADARAJAN: No, but I tell you why-- ...