tavır

listen to the pronunciation of tavır
Turkish - English
manner

Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father. - Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.

His aristocratic manners amaze me. - Onun aristokrat tavırları beni şaşırtıyor.

attitude

Tom has an attitude problem. - Tom'un tavır sorunu var.

Everybody took a hostile attitude toward illegal aliens. - Herkes yasadışı yabancılar karşı düşmanca bir tavır aldı.

face
aspect
air

When he was young, he had an arrogant air. - Ben gençken onun küstah bir tavırı vardı.

posture
demeanour [Brit.]
manner, attitude, behaviour, bearing; arrogance, pose
put on
address
deportment
manner, air, attitude; (facial) expression
behavior

His smug behavior is offensive. - Onun kendini beğenmiş tavırları kırıcı.

I couldn't put up with her arrogant behavior. - Onun küstah tavırlarına dayanamadım.

form
airs, affectation, put-on; pose, attitudinizing
pose
port
tone
presence
mien
carriage
behaviour [Brit.]
demeanor

Layla's demeanor changed. - Leyla'nın tavırları değişti.

disposition
comportment
arrogance

With these stupid attitudes, Maria doesn't do more than proving her own arrogance. - Bu aptalca tavırlarıyla Maria kendi kibrini kanıtlamaktan daha fazlasını yapmaz.

front
behaviour
style
fashion
figure
{i} demeanour
doings
tavır almak
to take a stand
tavır takınmak
to strike an attitude
tavır almak
to assume or adopt (a specified) manner, air, or expression
tavır satmak
to give oneself airs, put on
tavır takınmak
to adopt an attitude
tavır takınmak
to assume an attitude
tavır takınmak
put on style
takınılan tavır
persona
sahte tavır
affectation
tavırlar
Stances
kendini beğenmiş tavır
an air of arrogance
kibar tavır
bon ton
sahte tavır
simulation
sahte tavır
masquerade
sahte tavır
imposture
sahte tavır takınmak
masquerade
sevecen tavır
kindly bearing
yapmacık resmi tavır
buckram
yapmacık tavır
histrionics
yapmacık tavır
affectation
yapmacık tavır
pose
yapmacık tavır
veneering
yapmacık tavır takınmak
posture
Turkish - Turkish
Durum, davranış, vaziyet, hâl
Durum, davranış, vaziyet, hâl: "Dalgın, düşünceli bir tavırla işini görmeye devam etti."- N. Cumalı
Büyüklenme, yapma davranış
(Osmanlı Dönemi) ŞE'N
TAVIR
(Osmanlı Dönemi) Kader
TAVIR
(Osmanlı Dönemi) İki şey arasındaki had ve fasıla
TAVIR
(Osmanlı Dönemi) Miktar
TAVIR
(Osmanlı Dönemi) Bir kerre, bir defa
TAVIR
(Osmanlı Dönemi) (Tavr) Suret. Hareket, hal, vaziyet
tavır takınmak
herhangi bir durum karşısında, bir tepki belirleyip sergilemek
tavır takınmak
belli bir durum veya davranış biçimini benimsemek, vaziyet almak: “Bilgin değilim. Onun için yazılarımda da bilgince tavır takınmaktan çekinirim.” -O. V. Kanık. “Parçasını söylerken aldığı tavır, insanı gülmekten katıltacak kadar komik.” -R. H. Karay
tavır
Favorites