taraftan

listen to the pronunciation of taraftan
Turkish - English
hand
To furl
That which is, or may be, held in a hand at once

tobacco manufacturing A bundle of tobacco leaves tied together.

That which resembles, or to some extent performs the office of, a human hand; as

An index or pointer on a dial; such as the hour or minute hand of a clock.

The part of the fore limb below the forearm or wrist in a human, and the corresponding part in many other animals
A side; part, camp; direction, either right or left

On this hand and that hand, were hangings.

To pledge by the hand; to handfast
In long measure, two different lengths:

Four inches, a hand’s breadth, used in measuring the height of horses.

Indicator, usually made of a thin, light piece of metal, very variable in form, which moves over a graduated dial or scale Watches usually have three hands showing the hours, minutes and seconds
guide or conduct or usher somewhere; "hand the elderly lady into the taxi
{s} of or pertaining to a hand; made by hand, hand made; manual, hand-operated; that is worn on the hand, carried by hand
{i} part of the body at the end of the arm; handwriting; pointer on a clock; cards dealt to a card player; help; skill, ability; side; round of applause; worker; sailor; linear measure equal to 4 inches
the (prehensile) extremity of the superior limb; "he had the hands of a surgeon"; "he extended his mitt"
In long measure, two different lengths
place into the hands or custody of; "hand me the spoon, please"; "Turn the files over to me, please"; "He turned over the prisoner to his lawyers"
To give, pass, or transmit with the hand; as
That which resembles, or to some extent performs the office of a human hand; as
a unit of length equal to 4 inches; used in measuring horses; "the horse stood 20 hands"
A set of cards used by a player during a single round Another word for a single round of shuffling, dealing, and betting
An industry term for the feel of fabric or leather For example, "The hand of this aniline-dyed leather is very soft "
A measure equal to a hand's breadth, four inches; a palm
taraf
{i} party

The police regarded him as a party to the crime. - Polis onu suçun bir taraftarı olarak görüyordu.

The party was organized by Mac. - Parti Mac tarafından organize edildi.

taraf
side

Everyone is a moon, and has a dark side which he never shows to anybody. - Herkes bir aydır, ve herhangi birine asla göstermeyeceği karanlık bir tarafı vardır.

Canada is on the north side of America. - Kanada, Amerika'nın kuzey tarafındadır.

taraf
way

Ladies and gentlemen, please come this way. - Hanımefendiler ve beyefendiler, lütfen bu tarafa gelin.

Tom had a propensity for looking the other way when spoken to. - Tom'un, kendisiyle konuşulduğunda başka bir tarafa bakma huyu vardı.

taraf
part

Both parties opposed war. - Her iki taraf savaşa karşı çıktı.

It was a mistake on their part. - Onların tarafında bir hataydı.

taraf
{i} facet
taraf
{i} end

Tom dog paddled toward the shallow end of the pool. - Tom havuzun sığ tarafına doğru köpekleme yüzdü.

I'm getting endlessly annoyed by this foolishness. - Bu aptallık tarafından sonsuz bir şekilde rahatsız oluyorum.

diğer taraftan
conversely
taraf
{i} hand

On the one hand we suffered a heavy loss, but on the other hand we learned a great deal from the experience. - Bir taraftan ağır kayıplar verdik fakat diğer taraftan deneyimden birçok şey öğrendik.

On the other hand, there are some disadvantages. - Diğer taraftan, bazı dezavantajları var.

kıç taraftan demirlemek
(Askeri) tail
taraf
district
taraf
(Ticaret) stakeholder
taraf
streak
taraf
outside

The outside of the castle was painted white. - Kalenin dış tarafı beyaza boyandı.

The wall is white on the outside and green on the inside. - Duvar dış tarafta beyaz ve içeride yeşil.

taraf
backside
taraf
favour
taraf
behalf

I'm calling you on behalf of Mr. Simon. - Bay Simon tarafından arıyorum sizi.

ama diğer taraftan
but then
amansız taraftan yakalamak
to attack (someone) at his weak point
bir taraftan
on the one hand

On the one hand he is kind to everyone, but on the other hand he never behaves with too much familiarity. - Bir taraftan o herkese naziktir fakat diğer taraftan çok fazla içtenlikle davranmaz.

I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married. - Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.

bir taraftan öbür tarafa yuvarlanmak
roll over
bu taraftan
This way
diğer taraftan
moreover
diğer taraftan
otherwise
dört taraftan
on all sides
hep birlikte her taraftan
at all hands
her taraftan
on all hands
her taraftan
from everywhere
her taraftan
from all sides
her taraftan
from all quarters
kıç taraftan dalga yemek
be pooped
sol taraftan
to the left
taraf
behalf: Dayım tarafından geliyorum, sizden bir ricası var. I've come on behalf of my uncle to ask a favor of you
taraf
side; part, portion; area, region; direction: Sandığın üst tarafı ceviz. The top part of the chest is walnut. Şehrin o tarafında oturuyor. She lives over in that part of town. Ne taraftansın? What part of the country are you from? Fatih taraflarında bir yerde oturuyor. He lives somewhere in the neighborhood of Fatih. Seni her tarafta aradım. I've been looking for you everywhere. Boğaz'ın Asya tarafında on the Asian side of the Bosphorus. Sağ tarafına bak! Look to your right! Rüzgâr ne taraftan esiyor? What direction's the wind blowing from? Nehir tarafına doğru gidiyordu. He was heading towards the river
taraf
side (one particular side, position, or group as opposed to another): işin kötü tarafı the unpleasant side of the matter. Bizim taraf maçı kazandı. Our side won the match. Onun baba tarafında delilik var. There's madness on his father's side of the family. O meseleye ne taraftan bakarsan bak halledilmesi imkânsız. No matter how you look at it, that problem remains insoluble. Herif bir taraftan parasızlıktan yakınıyor, öbür taraftan kalkıp karısına kürk manto alıyor! The fellow complains about his lack of money, and then he ups and buys his wife a fur coat! öte taraftan on the other hand
taraf
used with an adjective: Ucuz tarafından bir ayakkabı istiyorum. I want a cheap pair of shoes. Bunları ucuz tarafından aldın, değil mi? You bought these on the cheap, didn't you?
taraf
(denklem) member
taraf
used in formal language to indicate a person: Merhum zevcinizin evrakı tarafınıza gönderilmiştir. The papers of your late husband have been forwarded to you
taraf
party (to a contract, in a legal proceeding); litigant
taraf
contractor
taraf
side; aspect; direction; district; part
taraf
used in formal language to show the agent of a passive verb: Bu nişan büyük babama padişah tarafından ihsan edilmiş. This medal was bestowed on my grandfather by the sultan. Ancak belediye encümeni tarafından onaylanmış ruhsatlar geçerli sayılacaktır. Only those permits which have received the approval of the municipal council will be deemed valid
yan taraftan
sidelong
Turkish - Turkish

Definition of taraftan in Turkish Turkish dictionary

TARAF
(Osmanlı Dönemi) Aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiden veya iki topluluktan her biri
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Yan, yön
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Yer, memleket, ülke. Kıt'a
TARAF
(Osmanlı Dönemi) Taraftarlık, sahip çıkmak, korumak
Taraf
(Osmanlı Dönemi) HİZA
Taraf
(Osmanlı Dönemi) HAVZA
Taraf
(Osmanlı Dönemi) KIT'A
taraf
Ön, arka, sağ, sol, üst, alt vb. yanların her biri
taraf
Yön, yan, doğrultu: "Deniz tarafındaki çayırdan bir sürü koyun geçiyor."- M. Ş. Esendal
taraf
Bir şeyin belli bölümü, kısmı
taraf
İstekleri, düşünceleri karşıt olan iki kişiden veya iki topluluktan her biri
taraf
Yöre, yer: "Üsküdar tarafındaki evlerin camları kor gibi parlıyordu."- H. Taner. İstekleri, düşünceleri karşıt olan iki kişiden veya iki topluluktan her biri
taraf
Ön, arka, sağ, sol, üst, alt vb. yanların her biri: "Dört tarafı kesme billur kapaklı bir eski saat..."- R. H. Karay
taraf
Yöre, yer
taraf
Yön, yan, doğrultu
taraf
Bir kişinin soyundan gelenlerin hepsi
taraftan
Favorites