Definition of taraflı in Turkish English dictionary
- {s} partial
Even impartiality is partial.
- Tarafsızlık bile taraflıdır.
The play was only a partial success.
- Oyun sadece taraflı bir başarıydı.
- biased
This is a biased article.
- Bu taraflı bir makale.
- one way
- interested
- unfair
Tom told Mary that she was being unfair.
- Tom Mary'ye taraflı davrandığını söyledi.
- composed of or affecting (so many) sides: iki taraflı kılıç double-edged sword. çok taraflı anlaşma multilateral agreement. iki taraflı zatürree double pneumonia. iki taraflı defter tutma usulü double-entry bookkeeping
- prejudiced
- supporter, adherent
- tendentious
- partisan
- sided
During the feast of Hanukkah it is customary to play with a four sided dreidel.
- Hanuka bayramı sırasında dört taraflı dönen top ile oynamak gelenekseldir.
- coloured [Brit.]
- colored
- person from (a certain) region: Sen ne taraflısın? What part of the country are you from?/What neck of the woods do you come from? (o)
- biassed
- warped
- one sided
- (Ticaret) bias
This is a biased article.
- Bu taraflı bir makale.
- {s} coloured
- taraf
- {i} party
The police regarded him as a party to the crime.
- Polis onu suçun bir taraftarı olarak görüyordu.
I intend to take my position as a third party.
- Üçüncü bir taraf olarak pozisyon almaya niyetliyim.
- taraf
- side
Everyone is a moon, and has a dark side which he never shows to anybody.
- Herkes bir aydır, ve herhangi birine asla göstermeyeceği karanlık bir tarafı vardır.
They live on the other side of the road.
- Onlar sokağın diğer tarafında yaşıyorlar.
- taraf
- way
Ladies and gentlemen, please come this way.
- Hanımefendiler ve beyefendiler, lütfen bu tarafa gelin.
Would you mind looking the other way for just a minute while I change my clothes?
- Elbiselerimi değiştirirken sadece bir dakika için diğer tarafa bakar mısın?
- taraf
- part
Both parties opposed war.
- Her iki taraf savaşa karşı çıktı.
It was a mistake on their part.
- Onların tarafında bir hataydı.
- taraflı davranış
- Biased behavior
- taraflı olarak
- partially
- taraflı olmamak
- to pay no mind to someone or something, ignore someone or something
- taraf
- {i} facet
- taraf
- {i} end
The two sides must reach an agreement in principle by the end of June.
- Haziran ayı sonuna kadar tarafların ilke anlaşmasına varmaları gereklidir.
Tom dog paddled toward the shallow end of the pool.
- Tom havuzun sığ tarafına doğru köpekleme yüzdü.
- iki taraflı
- mutual
- tek-taraflı bildirim
- (Hukuk) notification
- tek-taraflı tebliğ
- (Hukuk) notification
- taraf
- {i} hand
On the other hand, there are some disadvantages.
- Diğer taraftan, bazı dezavantajları var.
Tom can't swim at all. On the other hand, he is a good baseball player.
- Tom hiç yüzemez. Diğer taraftan, o iyi bir beyzbol oyuncusudur.
- taraf
- district
- taraf
- (Ticaret) stakeholder
- taraf
- streak
- taraf
- outside
Sami was spotted by police outside a gas station.
- Sami, polis tarafından bir benzin istasyonunun dışında fark edildi.
The outside of the castle was painted white.
- Kalenin dış tarafı beyaza boyandı.
- taraf
- backside
- taraf
- favour
- çok taraflı
- (Hukuk) multilateral
- taraf
- behalf
I'm calling you on behalf of Mr. Simon.
- Bay Simon tarafından arıyorum sizi.
- iki taraflı antlaşma
- (Ticaret) bilateral agreement
- çift taraflı
- mutual
- çok yanlı antlaşma, cok taraflı antlaşma
- (Ticaret) multilateral agreement
- Acem kılıcı gibi iki tarafı/taraflı kesmek
- to treat two opposing parties equally
- Dört Taraflı (ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya) Standartlaştırma Anlaşması
- (Askeri) quadripartite standardization agreement
- dokuz taraflı
- enneahedron
- dört taraflı
- quadripartite
- iki taraflı
- reversible
- iki taraflı
- (Hukuk) two-sided, bilateral
- iki taraflı
- bilateral
- iki taraflı
- reciprocal
- iki taraflı felç
- diplegia
- lehinde taraflı davrnamak
- discriminate favor of smb
- o taraflı olmamak
- to take no notice of
- o taraflı olmamak
- to pay no attention (to), take no notice (of) (something)
- sekiz taraflı
- octagonal
- taraf
- behalf: Dayım tarafından geliyorum, sizden bir ricası var. I've come on behalf of my uncle to ask a favor of you
- taraf
- side; part, portion; area, region; direction: Sandığın üst tarafı ceviz. The top part of the chest is walnut. Şehrin o tarafında oturuyor. She lives over in that part of town. Ne taraftansın? What part of the country are you from? Fatih taraflarında bir yerde oturuyor. He lives somewhere in the neighborhood of Fatih. Seni her tarafta aradım. I've been looking for you everywhere. Boğaz'ın Asya tarafında on the Asian side of the Bosphorus. Sağ tarafına bak! Look to your right! Rüzgâr ne taraftan esiyor? What direction's the wind blowing from? Nehir tarafına doğru gidiyordu. He was heading towards the river
- taraf
- side (one particular side, position, or group as opposed to another): işin kötü tarafı the unpleasant side of the matter. Bizim taraf maçı kazandı. Our side won the match. Onun baba tarafında delilik var. There's madness on his father's side of the family. O meseleye ne taraftan bakarsan bak halledilmesi imkânsız. No matter how you look at it, that problem remains insoluble. Herif bir taraftan parasızlıktan yakınıyor, öbür taraftan kalkıp karısına kürk manto alıyor! The fellow complains about his lack of money, and then he ups and buys his wife a fur coat! öte taraftan on the other hand
- taraf
- used with an adjective: Ucuz tarafından bir ayakkabı istiyorum. I want a cheap pair of shoes. Bunları ucuz tarafından aldın, değil mi? You bought these on the cheap, didn't you?
- taraf
- (denklem) member
- taraf
- used in formal language to indicate a person: Merhum zevcinizin evrakı tarafınıza gönderilmiştir. The papers of your late husband have been forwarded to you
- taraf
- party (to a contract, in a legal proceeding); litigant
- taraf
- contractor
- taraf
- side; aspect; direction; district; part
- taraf
- used in formal language to show the agent of a passive verb: Bu nişan büyük babama padişah tarafından ihsan edilmiş. This medal was bestowed on my grandfather by the sultan. Ancak belediye encümeni tarafından onaylanmış ruhsatlar geçerli sayılacaktır. Only those permits which have received the approval of the municipal council will be deemed valid
- tek taraflı
- ex parte
- tek taraflı
- one-legged
- tek taraflı
- one sided
- tek taraflı
- (Hukuk) unilateral, one-sided
- tek taraflı
- unilateral, single-sided, one-sided
- tek taraflı
- single-acting
- tek taraflı
- unilateral
Tom's boss made a unilateral decision to close several small branches of the company.
- Tom'un patronu şirketin birkaç küçük şubesini kapatmak için tek taraflı bir karar aldı.
You can't just decide things unilaterally like that. We have to come to a consensus.
- Tek taraflı olarak işlere karar veremezsin. Bir fikir birliğine varmalıyız.
- tek taraflı bant; gözetleme destek şubesi
- (Askeri) single side band; surveillance support branch
- tek taraflı fesih
- (Hukuk) unilateral cancellation
- tek taraflı sözleşme
- (Hukuk) unilateral contract
- tek taraflı ölüm
- (Kanun) single-party death
- tek-taraflı söz verme
- (Hukuk) promise
- çift taraflı
- reciprocal
- çift taraflı
- two way
- çift taraflı
- double faced
- çift taraflı
- bipartite
- çift taraflı
- double-edged
- çift taraflı
- double-sided
- çift taraflı ajan
- double agent
- çift taraflı defter tutma
- double-entry bookkeeping
- çift taraflı defter tutma
- double entry
- çift taraflı gözetim
- (Hukuk) bilateral surveillance
- çift taraflı işleyen
- double acting
- çift taraflı işleyen
- double action
- çift taraflı kayıt
- double entry
- çift taraflı menteşe
- two way hinge
- çift taraflı oynamak
- play a double game
- çok taraflı
- law multilateral
- çok taraflı güç
- (Hukuk) multilateral force (MLF)
- çok taraflı ticaret görüşmeleri
- (Hukuk) multilateral trade negotiations
- üç taraflı
- trilateral
- üç taraflı
- tripartite