She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
By September I will have known her for a whole year.
- Eylül ayı itibarıyla tam bir yıldır onu tanıyoruz.
He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday.
- Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
That's not completely accurate.
- O tamamen doğru değil.
He accurately described what happened there.
- Ne olduğunu tam olarak anlattı.
The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes.
- Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.
Did you clean your room properly? There's still dust over here.
- Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
The store is just across from the theater.
- Dükkan tiyatronun tam karşısında.
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
You guys are totally clueless.
- Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
It isn't totally exact.
- O tamamen kesin değildir.
Tom still hasn't quite learned the rules of the game.
- Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.
The bear is quite tame and doesn't bite.
- Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.
They got thoroughly wet in the rain.
- Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
That's not entirely correct.
- Bu tam olarak doğru değil.
This watch keeps correct time.
- Bu saat tamamen doğrudur.
I can understand your position perfectly.
- Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.
I'm perfectly normal.
- Ben tamamen normalim.
Does the city literally owe its existence to Mussolini?
- Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker.
- İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
Could you please fix this flat tire?
- Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?
Would you have time to fix this flat tire now?
- Senin bu patlak tekeri şimdi tamir etmek için zamanın olur muydu?
He is every bit a gentleman.
- O, tam bir beyefendi.
Tom definitely knows exactly what happened.
- Tom kesinlikle tam olarak ne olduğunu biliyor.
Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her.
- Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
I don't remember my grandmother's face exactly.
- Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
Tom couldn't completely rule out the possibility that what Mary said was true.
- Tom, Mary'nin söylediğinin gerçek olduğu ihtimalini tamamen görmezden gelemedi.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
I don't entirely understand what he said.
- Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.
The accident was entirely avoidable.
- Kaza tamamen önlenebilirdi.
Tom knows precisely what he's doing.
- Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
Due to global warming, cities could be completely submerged.
- Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.
I accepted the offer after due consideration.
- Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.
He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
It is utterly impossible to finish the work within a month.
- Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
The shy boy was utterly embarrassed in her presence.
- Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.
I have absolute trust in you.
- Benim sana tam güvenim var.
What you said is absolute nonsense.
- Dediğin şey tamamen saçmalıktır.
Be at the station at 11 o'clock sharp.
- Tam 11:00'de istasyonda olun.
The meeting began at nine o'clock sharp.
- Toplantı tam dokuzda başladı.
Come here at precisely six o'clock.
- Tam altıda buraya gel.
What precisely are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
My interest in politics is strictly academic.
- Siyasete ilgim tamamen akademik.
Tom finished off the ice cream that was in the freezer.
- Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.
Have you finished the papers?
- Belgeleri tamamladın mı?
I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya.
- Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.
Ted is good at repairing watches.
- Ted saatleri tamir etmede iyidir.
The place just doesn't look as good as it used to.
- Yer tam eskisi kadar iyi gözükmüyor.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
He arrived just as I was leaving home.
- O, tam ben evden ayrılırken geldi.
Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me.
- Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
Do you even remember Tom?
- Tom'u tamamıyla hatırlıyor musun?
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
Tom is fully aware of the problem.
- Tom tamamen problemin farkında.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
They accomplished their mission.
- Onlar misyonlarını tamamladılar.
Tom and Mary accomplished their mission without any difficulty.
- Tom ve Mary herhangi bir zorluk olmadan görevlerini tamamladı.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
I'm dead against the plan.
- Ben plana tamamen karşıyım.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
Where a painting's general sense seems clear, moreover, the exact decoding of its content remains in doubt.
- Bir resmin genel anlamı açık görünse de, buna rağmen, onun içeriğinin tam çözümü şüpheli kalır.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
This car needs repairing.
- Bu arabanın tamire ihtiyacı var.
Can you repair these shoes?
- Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?
The plumber used many tools to fix our sink.
- Tesisatçı bizim lavaboyu tamir etmek için birçok alet kullandı.
Are you the guy who's going to help us fix our plumbing?
- Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.