She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
It took a whole day to paint the picture.
- Resmi yapmak tam bir gün sürdü.
Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday.
- Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
That's not completely accurate.
- O tamamen doğru değil.
The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes.
- Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.
Did you clean your room properly? There's still dust over here.
- Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.
The store is just across from the theater.
- Dükkan tiyatronun tam karşısında.
Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
- Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
He explained the literal meaning of the phrase.
- O, ifadenin tam anlamını açıkladı.
You guys are totally clueless.
- Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
The man was a total stranger.
- Adam tam bir yabancıydı.
I don't quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
I do not quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
The police thoroughly searched the house.
- Polis evi tamamen aradı.
They got thoroughly wet in the rain.
- Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
Since my watch was broken, I didn't know the correct time.
- Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
I'm perfectly normal.
- Ben tamamen normalim.
I can understand your position perfectly.
- Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
Tom didn't sound entirely convinced.
- Tom tamamen ikna olmuş görünmüyordu.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
I offered to fix Tom's flat tire.
- Tom'un patlak tekerini tamir etmeyi önerdim.
He is every bit a gentleman.
- O, tam bir beyefendi.
Tom definitely knows exactly what happened.
- Tom kesinlikle tam olarak ne olduğunu biliyor.
Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her.
- Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.
I don't remember my grandmother's face exactly.
- Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
My grandfather owned a car just like this.
- Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
I don't think that's quite true.
- Onun tamamen doğru olduğunu sanmıyorum.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
The accident was entirely avoidable.
- Kaza tamamen önlenebilirdi.
You won't be let down if you read the entire book.
- Kitabın tamamını okursanız hayal kırıklığına uğramazsınız.
Tom knows precisely what he's doing.
- Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.
Come here at precisely six o'clock.
- Tam altıda buraya gel.
Due to severe educational influence the child became a wholly different person.
- Ciddi bir eğitim etkisi nedeniyle çocuk tamamen farklı bir kişi haline geldi.
Due to recent events, it is completely impossible for me to focus on my work.
- Son zamanlardaki olaylar sebebiyle, kendimi işime vermem tamamen imkansız.
He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.
The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper.
- Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
It is utterly impossible to finish the work within a month.
- Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
He felt utterly humiliated.
- O, tamamen aşağılanmış hissetti.
It's an absolute waste of time to wait any longer.
- Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.
I have absolute trust in you.
- Benim sana tam güvenim var.
He got home at seven sharp.
- O, saat tam yedide eve geldi.
The meeting began at nine o'clock sharp.
- Toplantı tam dokuzda başladı.
Come here at precisely six o'clock.
- Tam altıda buraya gel.
What precisely are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
My interest in politics is strictly academic.
- Siyasete ilgim tamamen akademik.
They finished eighty miles' journey.
- Onlar seksen millik yolculuğu tamamladılar.
Tom finished off the ice cream that was in the freezer.
- Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.
I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya.
- Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.
Ted is good at repairing watches.
- Ted saatleri tamir etmede iyidir.
The place just doesn't look as good as it used to.
- Yer tam eskisi kadar iyi gözükmüyor.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
The food athletes eat is just as important as what kind of exercises they do.
- Sporcuların yedikleri yiyecek tam olarak ne tür egzersizleri yaptıkları kadar önemlidir.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me.
- Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.
The events unfolded just as she predicted.
- Olaylar tam onun tahmin ettiği gibi meydana geldi.
We're going out for dumplings in the evening, all right?
- Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
My house is fully insured.
- Evim tam sigortalıdır.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
I found the very thing you had been looking for.
- Tam aradığın şeyi buldum.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
Tom and Mary accomplished their mission without any difficulty.
- Tom ve Mary herhangi bir zorluk olmadan görevlerini tamamladı.
They accomplished their task without any difficulty.
- Görevlerini bir zorluk olmadan tamamladılar.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
The party was perfectly deadly.
- Parti tamamen sıkıcıydı.
I'm dead against the plan.
- Ben plana tamamen karşıyım.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
Where a painting's general sense seems clear, moreover, the exact decoding of its content remains in doubt.
- Bir resmin genel anlamı açık görünse de, buna rağmen, onun içeriğinin tam çözümü şüpheli kalır.
Before understanding the situation clearly, he hastily gave his opinion.
- Meseleyi daha tam anlamadan, alelacele fikrini söyledi.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
Can you repair these shoes?
- Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?
I will only buy the car if they repair the brakes first.
- Frenleri tamir ederlerse, arabayı satın alacağım.
Are you the guy who's going to help us fix our plumbing?
- Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?
Who should I call to fix my plumbing?
- Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.