There is nothing like a glass of beer after a whole day's work.
- Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
We want complete sentences.
- Tam cümleler istiyoruz.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday.
- Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
He accurately described what happened there.
- Ne olduğunu tam olarak anlattı.
The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes.
- Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.
The facts weren't properly understood.
- Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.
Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
- Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
He explained the literal meaning of the phrase.
- O, ifadenin tam anlamını açıkladı.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
Lunar eclipses can be total or partial.
- Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.
The man was a total stranger.
- Adam tam bir yabancıydı.
He looked confident but his inner feelings were quite different.
- Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.
I don't quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
The police thoroughly searched the house.
- Polis evi tamamen aradı.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
This watch keeps correct time.
- Bu saat tamamen doğrudur.
Since my watch was broken, I didn't know the correct time.
- Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.
I can understand your position perfectly.
- Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker.
- İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.
Tom didn't sound entirely convinced.
- Tom tamamen ikna olmuş görünmüyordu.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
I offered to fix Tom's flat tire.
- Tom'un patlak tekerini tamir etmeyi önerdim.
He is every bit a gentleman.
- O, tam bir beyefendi.
Sometime I'll definitely visit France. I just don't know exactly when.
- Bir gün kesinlikle Fransa'yı ziyaret edeceğim. Sadece tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyorum.
It's definitely a full-time job.
- O kesinlikle tam zamanlı bir iştir.
My grandfather owned a car just like this.
- Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.
I don't remember my grandmother's face exactly.
- Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday.
- Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.
You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary.
- Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
I don't think that's quite true.
- Onun tamamen doğru olduğunu sanmıyorum.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
You won't be let down if you read the entire book.
- Kitabın tamamını okursanız hayal kırıklığına uğramazsınız.
I don't entirely understand what he said.
- Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
What precisely are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
Due to global warming, cities could be completely submerged.
- Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.
Due to the rain, my plans were completely mixed up.
- Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.
He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
He felt utterly humiliated.
- O, tamamen aşağılanmış hissetti.
She is an utter stranger to me.
- O, bana tamamen yabancıdır.
It's an absolute waste of time to wait any longer.
- Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
The bus stopped sharply.
- Otobüs tam vaktinde durdu.
Be at the station at 11 o'clock sharp.
- Tam 11:00'de istasyonda olun.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
My interest in politics is strictly academic.
- Siyasete ilgim tamamen akademik.
Have you finished the papers?
- Belgeleri tamamladın mı?
Tom finished eating all the ice cream that was in the freezer.
- Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.
I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya.
- Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.
He, just like you, is a good golfer.
- O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.
A good idea occurred to me just then.
- Tam o sırada aklıma iyi bir fikir geldi.
Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
He went to the store just as it was going to close.
- Tam kapanacakken o mağazaya gitti.
When he whispered something into her ear, she moved just as he said, as if she had been hypnotized.
- O onun kulağına bir şey fısıldadığında, o sanki hipnotize olmuş gibi, tam onun söylediği gibi hareket etti.
Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me.
- Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
My house is fully insured.
- Evim tam sigortalıdır.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
I found the very thing you had been looking for.
- Tam aradığın şeyi buldum.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
The first stage of the mission has been accomplished.
- Görevin ilk aşaması tamamlandı.
The first stage of the operation has been accomplished.
- Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
Tom was dead set against the idea.
- Tom fikre tamamen karşıydı.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
Where a painting's general sense seems clear, moreover, the exact decoding of its content remains in doubt.
- Bir resmin genel anlamı açık görünse de, buna rağmen, onun içeriğinin tam çözümü şüpheli kalır.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
Can you repair these shoes?
- Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?
I had my watch repaired.
- Saatimi tamir ettirdim.
Who should I call to fix my plumbing?
- Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?
The plumber used many tools to fix our sink.
- Tesisatçı bizim lavaboyu tamir etmek için birçok alet kullandı.
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.