tamda

listen to the pronunciation of tamda
Turkish - English
in full
to the utmost; completely
to the full amount due
with nothing omitted
referring to a quantity; "the amount was paid in full"
referring to a quantity; "the amount was paid in full
fully, wholly; completely
tam
{s} whole

The patrol cars cover the whole of the area. - Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.

By September I will have known her for a whole year. - Eylül ayı itibarıyla tam bir yıldır onu tanıyoruz.

tam
{s} complete

He was completely absorbed in his work. - Tamamen işine dalmıştı.

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

tam
exact

The plane arrived exactly at nine. - Uçak tam olarak dokuzda vardı.

You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary. - Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.

tam
{s} full

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

This seems entirely accurate. - Bu tamamen doğru gibi görünüyor.

tam
proper

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

Did you clean your room properly? There's still dust over here. - Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.

tam
just

The store is just across from the theater. - Dükkan tiyatronun tam karşısında.

When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less. - Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.

tam
{s} literal

After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally. - Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.

The detective questioned literally thousands of people about the incident. - Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.

tam
(Ticaret) total

It isn't totally exact. - O tamamen kesin değildir.

Lunar eclipses can be total or partial. - Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.

tam
quite

He looked confident but his inner feelings were quite different. - Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.

I don't quite agree with you. - Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.

tam
{s} thorough

The police thoroughly searched the house. - Polis evi tamamen aradı.

They got thoroughly wet in the rain. - Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

Since my watch was broken, I didn't know the correct time. - Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.

Please tell me the correct time. - Lütfen bana tam saati söyle.

tam
perfect

Tom can understand perfectly well. - Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.

Tom is perfectly satisfied with his current salary. - Tom şu anki aylığından tamamen memnun.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

Does the city literally owe its existence to Mussolini? - Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?

I took what she said literally. - Onun söylediğini tam olarak anladım.

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

Tom didn't sound entirely convinced. - Tom tamamen ikna olmuş görünmüyordu.

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

tam
flat

Her girlfriend is completely flat-chested. - Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.

I offered to fix Tom's flat tire. - Tom'un patlak tekerini tamir etmeyi önerdim.

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her. - Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.

Tom definitely knows exactly what happened. - Tom kesinlikle tam olarak ne olduğunu biliyor.

tam
grand

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

My grandfather owned a car just like this. - Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

tam
true

I don't think that's quite true. - Onun tamamen doğru olduğunu sanmıyorum.

Our teacher is a gentleman in the true sense of the word. - Öğretmenimiz kelimenin tam anlamıyla bir beyefendi.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

I don't entirely understand what he said. - Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.

The accident was entirely avoidable. - Kaza tamamen önlenebilirdi.

tam
precisely

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

tam
crass
tam
due

Due to the rain, my plans were completely mixed up. - Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.

Due to recent events, it is completely impossible for me to focus on my work. - Son zamanlardaki olaylar sebebiyle, kendimi işime vermem tamamen imkansız.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

tam
utter

It is utterly impossible to finish the work within a month. - Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.

Tom is utterly obsessed with food. No wonder Mary dumped him! - Tom tamamen yiyeceklere saplantılı. Mary'nin onu terkettiğine şaşmamalı.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

What you said is absolute nonsense. - Dediğin şey tamamen saçmalıktır.

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

He got home at seven sharp. - O, saat tam yedide eve geldi.

Be at the station at 11 o'clock sharp. - Tam 11:00'de istasyonda olun.

tam
precise

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

Come here at precisely six o'clock. - Tam altıda buraya gel.

tam
strict

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

tam
full-blown
tam
finished

They finished eighty miles' journey. - Onlar seksen millik yolculuğu tamamladılar.

I haven't quite finished eating. - Ben yemeği tamamen bitirmedim.

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

A good idea occurred to me just then. - Tam o sırada aklıma iyi bir fikir geldi.

Ted is good at fixing watches. - Ted saatleri tamir etmede iyidir.

tam
desperately
tam
completely

He was completely absorbed in his work. - Tamamen işine dalmıştı.

He will think he has been completely forgotten. - Tamamen unutulduğunu düşünecek.

tam
just as

Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'. - Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.

He arrived just as I was leaving home. - O, tam ben evden ayrılırken geldi.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

The events unfolded just as she predicted. - Olaylar tam onun tahmin ettiği gibi meydana geldi.

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

Tom is fully aware of the problem. - Tom tamamen problemin farkında.

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

I found the very thing you had been looking for. - Tam aradığın şeyi buldum.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

They accomplished their task without any difficulty. - Görevlerini bir zorluk olmadan tamamladılar.

Tom and Mary accomplished their mission without any difficulty. - Tom ve Mary herhangi bir zorluk olmadan görevlerini tamamladı.

tam
straight

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

I'm dead against the plan. - Ben plana tamamen karşıyım.

There was a dead silence. - Tam bir sessizlik vardı.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

tam
clear

I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there? - Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?

Before understanding the situation clearly, he hastily gave his opinion. - Meseleyi daha tam anlamadan, alelacele fikrini söyledi.

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

Can you repair these shoes? - Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?

I am going to have my watch repaired by John. - Saatimi John'a tamir ettireceğim.

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

Who should I call to fix my plumbing? - Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?

Are you the guy who's going to help us fix our plumbing? - Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.

Turkish - Turkish

Definition of tamda in Turkish Turkish dictionary

tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
English - Turkish

Definition of tamda in English Turkish dictionary

tam
iskoç beresi
tamda
Favorites